Her yeri askerlerin gözetlediği, siyasi çatışmanın olduğu bir dönemde gündelik hayatın küçük sorunları dert edilir mi? Netflix’te geçen yıl üçüncü (ve final) sezonu yayınlanan Derry Girls’e göre yanıt açık: Dert edilir. Lisa McGee’nin yazdığı ve 2018-2022 yıllarında yayınlanmış olan dizi, 1990’larda Kuzey İrlanda sorunu çatışmalarının ortasında geçiyor ve beş arkadaşın ergenlikle doruk noktasına çıkan heyecan, merak, öfke, umut, kaygı gibi duygularla boğuşmasını konu ediyor. Derry Girls, yaşanan siyasi çatışmanın kasvetini muzip diliyle birleştirerek komedi ve dram türleri arasında gidip gelirken kara-mizah kategorisine yerleşiyor. ‘90’larda geçmesinden ötürü dekorlarıyla, kıyafetleriyle, dönemin sevilen müzisyenlerinin şarkılarıyla (evet, The Cranberries duyuyoruz!), karakterlerin yaşam tarzıyla, ‘90’lara tanıklık etmiş izleyiciyi (kültür fark etmeksizin) hemen yakalıyor, böylece diziye sempatimiz artıyor. Dizi, kazandığı genel sempatiden ötürü (bilindik denklemin tersine) sonradan kitap olarak da basılıyor.[1]


Kuzey İrlanda’nın Katoliklere göre Derry (Protestanlara göre Londonderry) şehrinde yaşayan bu gençlerin hayatı Erin Quinn adlı karakter odağında anlatılıyor gibi dursa da diğer karakterler kesinlikle gölgede kalmıyor; her biri ana karakter sayılabilir. Gençlerimizin günleri, sıklıkla toplandıkları Erin’in evi ile öğrenim gördükleri Katolik Kız Lisesi arasında geçiyor. Biz de her bölümde mutlaka bir kaosa yol açan muzipliklerini izliyoruz. Birbirlerinden kişilik olarak çok farklı olsalar da gruba aidiyetleri yüksek olduğundan bireysel hareket etmiyorlar. Bunun sonucunda da kendilerini her seferinde topluca okul müdiresi Rahibe Michael’ın odasında buluyorlar. (Rahibe Michael dindarlık, alaycılık ve kayıtsızlığın harmanlandığı kişiliğiyle dizinin sevilen karakterlerinden.) Arka plandaki siyasi durumsa karakterlerimize elbette yansıyor. Ama örneğin gün içerisindeki bir bomba haberi Derry sakinleri için can güvenliği meselesinden ziyade günlük işlerini halletmelerinin önündeki bir engel olarak görülüyor. Sıradan planlarımızın, gecikmek ya da benzinin bitmesi gibi sebeplerle aksaması ile benzer görülüyor denebilir.


Diziyi izlerken dönemin siyasi arka planının detaylarını merak ediyorsunuz. Kuzey İrlanda Sorunu olarak bilinen (İngilizcede “The Troubles”) çatışmalarla dolu bir sürecin parçası olarak Protestanlar ile Katolikler arasındaki ayrışmaya, dizide çokça vurgu yapılıyor. Sorunun temeli, Kuzey İrlanda'nın Birleşik Krallık'a bağlı mı kalacağı yoksa bir Birleşik İrlanda mı kurulacağı.[2] Bağlılık yanlıları ve ayrışma yanlıları olarak ikiye ayrılan toplulukta karakterlerimiz, ayrışma yanlıları olan Katoliklerden oluşuyor. Bu çatışmalı dönem otuz yılı bulan bir sürede, 1968-1998 yıllarında gerçekleşiyor. İngiltere, Kuzey İrlanda ve İrlanda Cumhuriyeti arasında yapılan Belfast Anlaşması [veya “Good Friday Agreement” (Hayırlı Cuma Anlaşması)] ile son buluyor. IRA’nın silahları bırakması, karşılığında İngiltere’nin de IRA mahkûmlarını serbest bırakıp Kuzey İrlanda’dan askerlerini çekmesi gibi maddeleri bulunan anlaşma halkın oylamasına sunuluyor. Biz de ana karakterlerimizin o güne kadar espri konusu olan siyasi gerilimleri artık ciddiye alıp buna göre oy kullanmaları gerektiğini fark ettikleri bir geçişi izliyoruz.


Dizi, gençlerimiz liseye giderken başlıyor ve üç yıl (üç sezon) sonunda liseyi bitirmelerine denk gelen Belfast Anlaşması günüyle son buluyor. Üç bitişin yani lisenin, Belfast Anlaşması’yla çatışmalı dönemin ve dizinin bitişinin denk getirilmesi sembolik duruyor. Böylelikle liseden mezun olan gençlerimizin hayatlarında yeni bir sayfa açılması ve geleceğe dair umutları ile Kuzey İrlanda ve İngiltere halklarının yeni bir sayfa açması, geleceğe dair umutları arasında paralellik kuruluyor. Dizideki bir başka sembolik öge de “Derry Kızları”na dâhil edilen James. James hem oğlan hem İngiliz olmasıyla ayrıksı kalıyor. İzlerken kızların İngiltere’ye yönelik agresif politik tutumunu, James’e daimî sataşmaları ve onu bu konuda günah keçisi ilan etmeleri sayesinde öğreniyoruz. James'in bu sataşmaları sakinlikle ve çaresizce göğüslemesiyse bu ayrışmayı yumuşatan bir komedi unsuru oluyor. Bazı görüşlere göre James bu sebeple aslında bir nevi “barış” simgesi, gelecek (nispeten) huzurlu dönemin habercisi.


Bir dönemi ekranda anlatmanın birçok yolu olduğu malum. Tür olarak belgesel, dram, gerilim, aksiyon vb. seçilmiş olsaydı, siyasi gerilim ön plana alınıp odak noktamız olacaktı. Bu şekilde başarılı olan bir sürü yapım mevcut. Derry Girls’ü ayıransa tür farklılığına gitmesi ve kamerayı başka yöne çevirmesi. Bireylerin gündelik hayatına odaklanıp bu yoğun atmosferi hafiflettiği için dram ağır basmıyor, ancak siyasi olaylar dışlanmadığı için tam anlamıyla komedi de sayılmıyor. Gündelik hayat, absürt diyaloglar ve arka planda işleyen sert gerçeklik birleşerek bir denge yakalanıyor. Bu işleyiş (senaryo yazımı, yönetmenin üslubu vb.) bir bakıma gerçek hayata daha yakın bir tablo çiziyor. İlki tercih edildiğinde, yani ciddi olaylar ciddi türlerle aktarıldığında gündelik hayat gözden kaçtığı için karşımıza bir “büyük anlatı” çıkıyor. Bunun tadı elbette bambaşka. Bununla birlikte sık düştüğümüz bir hata, bu büyük anlatılar ciddi bir ton ve türde aktarıldığında onları daha gerçekçi buluyor olmamız. Oysa gerçek hayatta bir yandan siyasi gerilim, ayrımcılık, eşitsizlik, adaletsizlik, hatta ölüm kalım mücadeleleri devam ederken bir yandan oldukça gündelik sorunlarımız (hatta mutluluklarımız) da devam ediyor. Gündelik hayat göz ardı edildiğinde gerçek yaşamların gerçek izlerinden ziyade, büyük veya resmî anlatıların sembolik izlerini okuyor, duyuyor, izliyoruz. Öte yandan sıradan insanın önemli bir gününü, önemli bir günde bir insanın sıradan gününü veya sıradan bir günde sıradan bir insanı konu alan eserlere yine de duyulan ilgi, bunun tadının ve mesajının da tıpkı diğeri gibi kendine has olmasından.[3]


Kabaca ihtiyaçlar hiyerarşisi olarak kabul ettiğimiz sıralama, örneğin bazı ihtiyaçlarımızın daha temel ve hayati kabul edilip önceliklendirilmesi belli dönemlerde geçerli olsa da hayatın genel akışında gerçekçi olanın bazen başka türlü olduğunu gözlemleyebiliriz: Akut gelişen sorunlar (yani kriz) geçtikten sonra bu önceliklendirmelerin (hiyerarşinin) bozulduğunu, ihtiyaçların yerlerinin değiştiğini, hatta birbiri içine geçtiğini ve o meşhur üçgen şeklinin bozulduğunu görebiliriz. Bir yandan güvenli ve sıcak bir yerde uyku çekilip çekilemeyeceği veya ertesi güne yemek parası kalıp kalmadığı endişeleri sürerken aynı anda gün boyu (ikincil diye baktığımız) sosyal ilişkilerdeki anlaşmazlıklar/şakalaşmalar, okula gitme gerekliliği gibi kronik durumlar devam eder. Bunlarla da aynı anda ilgilenme gerekliliği doğar. Hiyerarşi, yerini eşzamanlılığa bırakmaya başlar. Bunu toplumsal ve siyasi düzleme taşırsak, yer aldığımız siyasi cenahların genelinde kadınların, LGBTİQ+ bireylerin, hayvan hakları savunucularının, çevrecilerin mücadelelerinin hep ikincil kalması (örneğin bu bir sınıfsal mücadeleyse “devrimden sonrasına” taşınması), sürekli bir şeyleri derecelendirme alışkanlığımızdan ötürü bu sorunların kronikleşmesine yol açıyor. Uzun vadede bu sorunların göbekten bağlı olduğu gündelik hayatı açmaza sürüklüyor. (Oysa özel olan da politik.) Önceliklendirmenin gerektiği anlar geçtikten sonra bir kotamızın olmadığını hatırlamak gerek. “Bu meseleyle ilgilenirsem öbürüyle ilgilenme hakkım kalmaz” refleksimizi, değişen durumlara göre değişen pozisyonlar almaya (akışkanlığa) ve bunları mümkünse eşzamanlı yapabilmeye dönüştürebilmek gerek. Derry Girls’ün odağını bu şekilde ayarlayarak siyasi ve gündelik sorunlarla eşzamanlı baş edildiği bir yaşamın nasıl olduğunu anlatması, hayatın genel akışına daha uygun olduğundan bu yöntemle ilerleyen yapımlar daha gerçekçi bile sayılabilir.


Diziden yola çıkarak düşünce akışımızın geldiği bu nokta, içinde bulunduğumuz dönemi akıllara getiriyor. 6 Şubat 2023 depreminde girdiğimiz süreç, Mayıs 2023 seçimlerinin getirdiği atmosferle birleşti. Depremin ilk birkaç günü en hayati, önceliklendirmemiz (ve iyi yönetebilmiş olmamız) gereken bir süreçti. Takip eden birkaç hafta temel ihtiyaç yardımları vatandaşlar tarafından ulaştırılmaya çalışıldı. Sonrasında gündelik sorunlar ile hayati sorunlar iç içe geçti. Deprem bölgesinde olanlar ve olmayanlar olarak farklı sorunlarla hiyerarşisiz şekilde uğraşmamız gereken dönemimiz başladı. Çadırlarda, konteynerlerde yaşayanların birbiriyle ilişkilenme biçimleri, çocukların derslere nasıl devam edeceği, oy kullanma gibi ikincil görünen durumlar, hayatın tam ortasında belirivermeye başladı. Bu sebeple o bölgelere psikososyal yardımı olabilecek uzmanların gitmesi gündem oldu. Eşzamanlı olarak orada yaşam mücadelesi devam ediyor. Marmara Bölgesi’nde yaşayanlarsa beklenen Marmara depremini ve binalarının durumunu düşünerek her gün işe gitmeye, kafa dağıtmak için sosyalleşmeye devam ediyor. Çünkü hayat, gerçekçi perspektiften bakıldığında tam da bu. (Ya normal hayatın askıya alınması ya da tam normalleşme şeklindeki keskin karşıtlık bu anlamda yapay.) Depremin getirdiği sorunlar kronik hal alıp gündelik hayatla birleşmişken seçim döneminde herkesin hayatına bir de siyasi gerginlik, telaş, umut, heyecan eklendi.


Derry Girls’e dönüp paralellik kuracak olursak; sokaklar asker gözetimi altındayken karakterlerimiz o sokaklardan geçerek dedikodu ve şakalaşma eşliğinde okula gidiyor, ebeveynler akşam haberlerindeki bomba şüphelerini dinlerken bir yandan tatil planlıyor. Dizinin son sezonunda siyasi bir seçime gidilmesi, hayati endişelerin olduğu bu ortama bir de ideolojik gerilim ekliyor. Bu sorunlar öbeğinin karakterlerimizin gündelik hayatlarıyla senkronize olması, farklı bir tarihte, coğrafyada ve kültürdeki bizlere de tanıdık geliyor.


[1] Lisa McGee, Erin's Diary: An Official Derry Girls Book, Trapeze, 2020.

[2] İrlanda’nın bağımsızlığı sonucunda İrlanda Cumhuriyeti kurulduğunda Kuzey İrlanda, İngiltere’ye bağlı kalmıştı.

[3] Foucault, (Ali Akay’ın bakışıyla “vaka analizcisi” olarak) büyük anlatılardan alışkın olduğumuz olayları vakalar aracılığıyla (spesifik bir tarihteki, yerdeki spesifik insanların gerçekleştirdiği küçük değişimlerle) irdeler örneğin. Onu farklı kılan ögelerden biridir bu.