"Kün, yani 'Ol'... Neleri neleri olduran bir roman. Ölülerin daha da ölebildiği -ya da tam ölemediği-, cami imamıyla ateistin birbirini 'aydınlatabildiği', köpeklerin konuşabildiği (hem de Konya ağzıyla), el kadar oğlanın kendisine el kaldıranı haşat ettiği bir aleme aralıyor."


Bazı kitaplar siz farkında bile olmadan aklınızın bir köşesine yerleşir ve okunmayı beklerler. Belki bir yerlerde kulağınıza çalınan bir kitaptır bu, belki bir sohbette adı geçmiştir... Nitelikli edebiyat metinlerinin önemli özelliklerindendir bu. Bir şekilde akıllarda yer ederler ve okurlarını bulurlar. Sezgin Kaymaz'ın Kün'ü de böyle kitaplardan.

Öncelikle romana teknik bir açıdan yaklaşmak istiyorum. Bu bağlamda da ilk olarak romanın olay örgüsüne değinerek başlayacağım:

Kün'ün kurgulanışına baktığımızda yapı olarak "çok zincirli olay örgüsü" ile karşılaşıyoruz. Roman iki farklı olay üzerinden ilerliyor ve bu olaylar ortak karakterler vasıtasıyla zaman zaman kesişiyorlar. Son sayfalarda da bu iki farklı olayın tamamen birleşerek ortak bir sona ulaştıklarını görüyoruz. Birinci zincirde Ankara'nın Yeşilbayır adlı gecekondu mahallesinde Muhtar Hacı Naci Kalaycı'nın eski bir mezarlığı talan ederek bu bölgeyi imara açtırmayı ve kendine de bir ev yapma amacını okuyoruz. Muhtar rüyasında gördüğü muhterem bir zatın mezarlıktan kendisine bir manzara göstermesi ve "Burası Senin" demesi üzerine bu işe girişir. Akrabaları Benan, Tahir ve Samet ile mezarı talan ederler. Bu talan sonucunda yıkılan mezarlardaki ölülerin ruhları huzursuz olup dışarı çıkarlar. Şemsi, Nihat, Emir, Adnan, Ayşegül... adlı 390 ölü mezarlarından koparılır. Romanın bu olayı konu alan bölümlerinde ölülerin mezarlarına dönebilmek için türlü yollara başvurmasını okuruz. Bu bölümdeki önemli bir diğer karakter de "Sırrı" adındaki konuşan köpektir. İkinci zincirde Konya'nın Karaaslanlı adlı mahallesindeki "Ömer" adlı bir çocuğun hikayesini okuruz. Ömer anne ve babası kapkara olmasına rağmen bembeyaz bir tenle, sapsarı saçlarla doğan bir çocuktur. Babası Şeref Çavuş, oğlunun bir "piç" olduğunu düşünür ve onu sürekli, nedenli nedensiz döver. Konya halkının Karaaslanlı halkına garez duyması sebebiyle okul yıllarında da sürekli bir şiddete maruz kalır Ömer. Zamanla dayağa şerbetlenir ve vücudunun mukavemeti artar. Artık dövülen değil döven tarafa geçer. Sadece on yaşında olan Ömer'e sahip çıkan tek kişi Karaaslanlı imamı Muzaffer Hoca'dır. Bir gün eve döndüğünde annesi ve kardeşini kanlar içinde bulan Ömer, babasının kırılmadık kemiğini bırakmaz. Bu olaydan sonra Ömer evden kaçar ve yol -kader- onu Hüdai Nabit (Ağa) adlı bir adamın kapısına götürür. Hüdai Ağa ve kaç yaşında olduğuna dair bir fikrimizin olmadığı, konuşan bir köpek olan "Çeto" çocuğa sahip çıkarlar. Hüdai Ağa'nın üvey kızı Gülsüm ise bu olaylar yaşanırken Yeşilbayır'a yerleşme ve orada bir hamam açma aşamasındadır. Böylece iki zincir ilk kez kesişir. Romanın devamında bu iki zincir yavaş yavaş tamamen birleşir ve Kaymaz'ın en baştan itibaren planlamış olduğu sona doğru ilerler. Bu sona dair olan kısımlara ise teknik incelemeden sonra değineceğim.

Romanın vaka zamanına baktığımızda ise anlatıdan edindiğimiz ipuçlarından (üslup, yaşayış tarzı, gelenekler, teknolojiye dair verilenler, giyim kuşam tarzı gibi) yola çıkarak 1940-60 arasını temel alabiliriz. Anlatının dili hikemiliği ve ironiyi bir arada barındırıyor. Ayrıca roman ana iki zincirin dışında pek çok çerçeve öykü ile genişleyerek bir anlatım zenginliği oluşturuyor. Kaymaz'ın karakterlerine özellikle derinlik katmak için çabaladığı da ilk bakışta fark edilebiliyor. Tüm karakterlerin neyi neden, ne beklentiyle, ne düşünerek yaptığını anlayabiliyoruz. Kişilerin motivasyonları ve şahsi özellikleri ustaca aktarılıyor. Tanrısal bir bakış açısı ve anlatıcının kaleminden okuduğumuz romanda "mistik" bir atmosfer yaratılıyor. "Kader" vurgusunun, dini tartışmaların da olduğu bu roman eklektik bir yapı ortaya koymayı başarıyor. Tüm bu yapıya yazarın üstkurmacaya yaklaştığı noktalarda eklendiğinde postmodernizme yaklaşan ancak böyle bir amaç gütmeyen bir roman okumuş oluyoruz.


Romanın iki zincirinin birleştiği noktaya geri gelecek olursak burada ölülerin mezarlarına geri koyulmasına ilişkin bir kurguyu okuyoruz. Romanı okumayanlar için okuma zevkinin azalmaması için bu bölümleri açıklamayı düşünmüyorum. Sadece kurgunun temelinde "ölülerin ruhlarının mezarlarına geri koyulması" olduğunu söylemekle yetineceğim. İki farklı zincirde yer alan iki konuşan köpek, Ömer'in varlığı, Gülsüm, Hüdai Ağa, Muzaffer Hoca, Muhtar, Menderes Komiser ve diğer tüm karakterler bu amacın etrafında hareket eden ve bu amaca hizmet eden karakterler. Bu amaçları birbirine bağlayan en önemli motif ise "rüya" motifi. Farklı karakterlerin görmüş oldukları rüyaların romanın ilerleyişinde önemli rolleri var. Bu yönüyle Kaymaz'ın romanı bir rüya parantezine aldığını ve tüm kurguyu bu rüyaların işaret ettiği kadere bağladığını söyleyebiliriz. Böylece roman bir "mesel" özelliği de gösteriyor. Sonuç olarak yazar bize modern roman teknikleriyle destansı bir mesel anlatıyor aslında. Kün'ün en başarılı olduğu nokta ise hiçbir noktayı boş bırakmaması ve her ayrıntıyı bir sonuca bağlaması.

Keyifli okumalar.