Ve okulun ilk günü de resim yapmıştık. Nedendir bilmem, kasaba çizmeyi çok severdim. Küçük evler, arabalar... Halbuki o güne kadar köyde yaşamıştım, çizdiklerime benzer bir yeri hiç görmemiştim. Belki de küçük kalbim bir kasabada yaşamayı arzu ediyordu, bilmiyorum. Emine öğretmenim çizdiklerimi görünce çok beğenmişti.
"Gökyüzünü neden boyamadın?" diye sordu. O gün bir cevap veremedim ama şimdi düşününce hiçbir mavi boyayı gökyüzüne yakıştıramadığım ihtimali aklıma geliyor. Belki de öyleydi. İşte öğretmenimle ilk karşılaşmamız böyle oldu. Bana gökyüzünü boyattırdı. Aldığım ilk telkin, gökyüzüme rengini vermek oldu. O gün bugündür gökyüzünü maviye, dünyayı da istediğim renge boyuyorum.
Okulun ilk gününü hayal meyal hatırlıyorum. Hatırladığım tek net şey Fatma'ydı. Böyle deyince siz belki aşkı ilk kez tadışımı anlatacağımı zannedebilirsiniz ama öyle değil. O duyguyu tatmak için daha çok bekleyecektim. Fatma bana bambaşka duyguları tattırdı. Onu anaokulundan tanıyanlar kendisine karşı temkinliydi fakat ben henüz tanımadığım için fazla ihtiyatsızdım. Fatma; yanına oturan herkesi cimcikleyen, ısrarla kimseyle anlaşamayan, herkesi kendisinden bıktırmış, sıra dışı bir karakterdi. Daha okulun ilk günüydü ve kimse Fatma'yı sevmiyordu. İşin tuhaf yanı bundan gayet memnun gibiydi. Hayatı yeni keşfeden ben için ilk kötü deneyim galiba Fatma'ydı. Okulun hademesinin kızıydı ve beni sırf bu yüzden büyük bir ikilemin ortasında bıraktı. Fatma'yı kişiliğinden dolayı sevmemek ya da ona acıyıp iyi davranmak... Doğru olanın ne olduğuna karar vermek çok zordu. Neticede herkes gibi ben de maalesef ilkini tercih etmek zorunda kaldım. Çünkü onun da tercihi buydu. Her ne kadar zamanla beni de kendinden bıktırmış olsa da ona bana bu deneyimi yaşama fırsatı verdiği için bugün teşekkür etmek gerekiyor.