İnsanlar arasında ortak değerler ve semboller önemli olsa da hiç bir ideoloji ve inanç sistemleri insanların bir arada yaşamasına nihai sebep olmamıştır.
İnsanlar bir arada toplu olarak yaşamaya başlamışlardır ki; ancak yüzbinlerce yıllık tecrübelerin sonucunda doğaya karşı kısmen daha direnebilen bir organizma olduklarının farkına varmaları olmuştur.
Tüm bu farkındalık; toplu yaşanarak bireylerin farklı alışkanlıkları ve bakış açıları arasında çıkan çatışmaları engelleyebilmesi için herkesin gönüllü olarak bir hukuksal otorite ihtiyacına, hayali bir "toplumsal sözleşme" ile konsensüse vararak devleti ortaya çıkarmasına götürmüştür.
Devletin sahneye çıkması uygarlığa atılmış bir adım olmuş fakat milyonlarca yıldır orman kanunu ile, güçlü güçsüz olanı yer mantığı ile evrilen insana (Sapiens) tam anlamıyla sağlıklı bir çözüm getirmemiştir.
Bununla ilgili Freud; uygarlığı, "İçgüdülerin bastırılması üzerine kurulan bir sistem" olarak tanımlar.
Devlet, toplumdaki bireylerin ihtiyacına yönelik ve yine bireylerin oluşturduğu bir sistem olarak toplumun yani halkın kurumudur. Devletin idarecileri ise "hükümet" toplumun yani halkın çalışanıdır.
Her toplumun devletleri, yapısal olarak aynı ihtiyaçlara ve sebeplere dayanır fakat yönetim anlayışları farklıdır.
Teokrasi, Otokrasi, Monarşi gibi ilkel ve çağımızdaki toplumların sorunlarına çözüm olamayan yönetim anlayışları, düşünen uygar insanın zihnini terkederek yerini Sosyalizm, Demokrasi, Cumhuriyet gibi modern yönetim anlayışları almıştır ki bu anlayışlar bile oldukça tartışmalıdır.
Felsefi boyutta da tartışmak faydalıdır…
Devlet kavramının tüm bu tarihine baktığımızda bireyler arasında duygusal bir ilişki yerine sadece menfaat ilişkilerini, "Pragmatizm"i görüyoruz, görmeliyiz.
Söz konusu bireyin ve toplumun refahı olduğunda böylesine önemli ve hassas bir kurumun zarar görmemesi için, sahipleri tarafından bilimsel yollarla incelenerek müdahale edilmelidir.
Söz konusu insanın kendisidir.