Giriş


Bu yazıda yayın hayatına 2006 yılında SHOWTIME kanalında başlayan ve 8 sezon devam eden, 7 yıl aranın ardından 2021 yılının son çeyreğinde yeni sezonuyla tekrar vizyona giren Dexter dizisinin diziye adını veren Dexter Morgan karakteri, modernizm ve post-modernizm çatışması bağlamında incelenecektir. Bağlamın dışına çıkmamak amacıyla Dexter’in psikolojik bir rahatsızlığı (örneğin asperger sendromu) olup olmadığı; henüz 3 yaşındayken gözlerinin önünde ailesinin vahşice katledilmesinin ve adeta kanın içinde doğmasının, kısacası bir çocukluk travmasının etkisiyle mi, “karanlık yolcusunun” etkisiyle mi, yoksa üvey babası Harry Morgan’ın onu kanalize etmesi nedeniyle mi öldürme arzusunu pratiğe döktüğü inceleme alanının dışında tutulacaktır. Ayrıca, Platon’un Kriton ve Sokrates’in Savunması diyaloglarından günümüze dek süregelen ve hukuk alanında da kendine yer bulan “Yasalara her durumda ve şartta mutlak itaat mi etmeli yoksa bazı durumlarda itaat etmemek ve sivil itaatsizlikte bulunmak daha mı gerekli ve doğru?” üzerine tartışmanın da, her ne kadar Dexter Morgan karakteri bu tartışma için iyi bir örnek teşkil etse de, üzerinde durulmayacaktır. Konu bağlamında modernizmin geçmişi (ve mitosları) yadsıyarak ulaştığı büyük insanlık ideali ve devamında büyük insanlık idealinin çöküşüyle birlikte bireyin içinde bulunduğu bulanık buhran tartışılacak ve insanların neden Dexter Morgan gibi bir seri katile sempati beslediği üzerine fikir yürütülecektir.



Modernist Palavra ve Umutların Hezeyanı


“Ne yaptığımın ya da neyi seçtiğimin bir önemi yok.

Sorunum kendimle.”

(Dexter Morgan)


Modernizmin temel düsturu akılcılıktır. Bu nedenle geçmişten (ve dolayısıyla mitoslardan) bir kopuşun ifadesini içerir. Modernizm, kendinden önceki dönemlere bir tepki olarak aklın mutlak hakimiyetini ve dolayısıyla insanın hem kendine hem de doğaya hakimiyetini vaaz eder. Modern felsefenin başlatıcısı olarak kabul görülen F. Bacon’un “Bilgi güçtür.” söylemi ve R. Descartes’ın “cogito” güzellemesi hep aynı bağlama, akılcılık bağlamına hizmet eder. Ne var ki modernizmin salt bir akıl varlığı olarak idealize ettiği büyük insanlık ideali, o hep ileriye, daha da daha da ileriye giden insanlık ideali hezeyanla sonuçlanmıştır. Bu hezeyanın nedenleri arasında; insanın istese de doğaya hakimiyet kuramayacağının, çünkü doğanın insana kayıtsız olduğunun anlaşılması; modernizmin ahlakı, estetiği ve güzelliği de akılla ölçülüleştirmesinin, idealize etmesinin insanlarda yarattığı duygusal bunalım (son yüzyıldaki vampir, uzaylı ve zombi hikayeleri de bu bunalımın ürünleridir); “aydınlanma” düşüncesinin en büyük umudu olan ilerici, ileriye dönük, akıllı ve mutlu insan idealinin savaşlarla ve geçim sıkıntılarıyla sonuçlanması örnek gösterilebilir.


Tüm bunların yanında modernizmin insan merkezci evren görüşünü zedeleyen bir aşamadan da söz edilebilir. Bu aşamanın ilk ayağını Kopernik ve astronomideki diğer gelişmeler oluşturur. Kopernik’in teorisiyle birlikte evrenin merkezinin Dünya olduğu görüşü sendelemeye başlamıştır. Kopernik’in ardından ikinci darbe Darwin’den gelir ve artık insan anlar ki evrenin merkezi Dünya olmadığı gibi, dünyanın merkezi de insan değildir: İnsan, diğer canlılarla ortak atadan gelmedir. Darwin’den sonra sahneye Freud çıkar ve insanın hiç de “aydınlanma”nın vaaz ettiği gibi rasyonel bir varlık olmadığını, insanın eylemlerinin nedeninin daha çok irrasyonel şeyler tarafından belirlendiğini söyler. Ardından bir darbe de Kant’tan gelmiştir. Kant, insanın ancak algıları vasıtasıyla oluşturduğu evreni (fenomenleri) bilebileceğini, fenomenlerin ötesindeki kendinde şeyleri (numenleri) bilemeyeceğini, çünkü numenlerin insan aklının sınırlarının ötesinde olduğunu salık verir. Nihayet son bir darbe de F. Nietzsche’den gelmiştir. Nietzsche ise Tanrıʼnın öldüğünü ilan etmiştir. Tüm bunların sonucunda insanlık modernizmin (akılcılığın ve ilerlemeciliğin) bir palavradan ibaret olduğunu anlamış, ancak tutunacak bir daldan yoksun kalmış, ve otoritesizlik ve güven yitimi içinde kurtarıcısını beklemeye başlamıştır. İşte, o hasretle beklenen kurtarıcılardan biri de seri katil Dexter Morgan’dır.



Hezeyandan Kaçış veya Kurtuluş: Kıyamet Özlemi


“Belki biraz canavarız, biraz da kahraman.”

(Dexter Morgan)


Yazıya son vermeden önce konumuz bağlamında mitos ve aydınlanma düsturu arasındaki farka da değinmek yerinde olacaktır. Mitosların tümünde (ve dolayısıyla tüm dinlerde) kıyamet günü düşlemi vardır. Bu düşlem gücünü döngüsel anlayıştan alır. Döngüsel anlayış, tüm her şeyin değişeceğini ve geçeceğini, bu değişim ve geçiş aşamasında hem çöküşün hem de yükselişin kendine yer bulacağını salık verir. Bir başka deyişle, mitoslara göre yaşamda keskin ayrımlar yoktur: Akla kara bir aradadır. Bu bağlamda günümüzde her şeyin bulanıklaşmasından, kaosun dehlizinden, post-truth söylemlerin revaçta olmasından hareketle günümüz dünyasının mitos evrenine daha yakın olduğu veya bir başka deyişle, mitosların “aydınlanma”nın rasyonel akılcılığından daha da akılcı ve gerçekçi olduğu söylenebilir.


Günümüzdeki kolektif deliliğin, aşırılığın, paniklemenin, tutunamamanın bir beklentisidir Dexter Morgan. Tıpkı dinlerdeki kıyamet günü öğretisi gibi, insanlık artık kıyameti bekler vaziyettedir ve Dexter Morgan’ın bu dışa vurumdaki rolü kurtarıcı İsa rolüdür. Kıyamet günü beklentisi gündelik yaşam pratiğinde de karşımıza çıkar. Örneğin sık sık NASA’nın Dünya’ya yaklaşan bir göktaşını rapor ettiği haberini görürüz. Örneğin R. Tayyip Erdoğan “Böyle bir dünyada yaşamak istemiyorum.” diyebilmektedir. Bu durumda, onca yetkisi, itibarı, maddi ve parasal gücü, şöhreti olan biri bile böyle bir dünyada yaşamak istemiyorsa bu dünyada kimler, nasıl yaşayabilecektir, nasıl tutunabilecektir?