Siktiriboktan bir kenar mahallenin, çökmüş bir evin rutubetli odasına açılıyordum. Geldiğiniz, beklediğiniz, güldüğünüz, ağladığınız, beslediğiniz, yediğiniz, kustuğunuz, tükürdüğünüz bir adam ismiyim, varlığını artıonikikez reddetmiş.

Cesetleniyorum. Çürük bir kalp ölümü bileklerime pompalıyor. Bu kalp benim mi? Bunca yıl annemin sandım. Annenin rahminden bağlayıp şimdiye dayanan bir sancı mı bu? Deme. Susarım. Oradan çıkışımdan kanıma susamışım. Kendimi içmeden, kendimi yemeden durmazmışım. Söyleyemem. Ağzım dikili, dikili, dikili bu yüzden. Varoluşun başlangıcından tek ağızdan çıktığımsın. Tanrının tükürdüğüsün, tanrının tükürdüğüyüm. Birbirimize böyle bir yerden karışıyoruz. 

Kafatasımın içinde taşıdığım buruşuk şeyi vermemek üzere alır mısın? Kimse kimseye almadan vermezken.

Dudaklarını sakla. Rüya tabirleriyle uyandığım gecelerim çok ama çok fazla. Kafamın sesini kıs. Beni öp. Bana değ.

Birikinoktayedidörtiki kilometre çapında bir bokun içinde. Bir bokun içindeyiz. Yürüyoruz, koşuyoruz, ağzımızı oynatıyoruz, dişlerimizi gösteriyoruz. Otobüsler, minibüsler, dolmuşlar, tramvaylar, metrolar, vapurlar, arabalar... Karşıdan karşıya

geçiyoruz. Birbirimize hiç değmiyoruz sevgilim. Hiç değmiyoruz. Birbirimize çarpıyoruz. Bu bokun içinde kimse kimseyle kirpiklerini seviştirmiyor. 

Damarlarındakini damarlarıma akıttığını yalnızca dikili ağızım biliyor.