Dumanlar şekilden şekle girsin tepemde, uzun gökler buharlaşıp yağmur olsun sessizliğime. Sonra uzun kirpikli kadınlar göndersin beni, kısa cümleden hapishanelere. İfade etmenin zorluğu bir ömür boyu, ölümsüzlük ki belki de bundan çok korkutucu ki hissedilmeyecek kadar anlamlı bir biçimde "Çağa konuşacak dili bulunmayanın çağdaşlarına yapacak bir teklifi de olmaz, olamaz..." derken haklıydı İhsan Fazlıoğlu.


Uzun zamanlar, samimiyet organlarımızı kısırlaştırıyor. Koca bir insanlık nasıl da anlaşamıyor! Halbuki tıpkı Fatih'in topları gibi bir çağı kapatıp başka bir çağı açmamış mıydı “Facebook poke”ları? İletişim çağı köklerini daha derine salmamış mıydı Twitter’daki karakter sınırlaması 280’e çıkınca? Tüm bunların başındaysa “You've Got Mail" nasıl iyi gişe yapmıştı ama...


Şimdilerde yanlış anlaşılmamak için binbir türlü gülen suratlarla noktalıyoruz yazdıklarımızı ya da elimiz yeterse bir dizi anlamsız harf koşuyor imdadımıza (dklaşsdjşalk)... Neymiş gülüyoruz; neymiş söylediklerimi yanlış anlama; neymiş kaçak dövüşmek ruhumuzun içine işlemiş; neymiş susmaktan korkup gevezeliği kutsalımız ilan etmişiz.


Ne direnmiştim zamanında buna halbuki; kim bilir kaç aşkım(!) sırf bu yüzden terk etmiştir beni: "Ben yazdıklarından öyle bir şey anlamadım.", "Kesinlikle bunu kastettiğini sanmıyorum.", "Sana güvenmemi istiyorsun ama benimle dalga geçiyorsun.", "Benden ne saklamaya çalışıyorsun?", "Hiç inandırıcı değilsin.", "Beni kandırıyorsun." diye sıralanır nicesi...


Sonra bakış açımı değiştirdim. Dedim ki kendime: "Sen herkesin özünde iyilik olduğuna inanıyorsun ama dünya böyle dönmüyor canım benim. Dünya, senin özünde kötü bir insan olduğuna inanmış insanlar etrafında dönüyor, senin o boktan, mor alacalı, içten çürüyen evreninde!"


Öyleyse ne yapmalı? Nasıl ifade etmeli insan kendisini, kendisinden başka insanların icat ettiği kelimelerle? Çünkü Ludwig'in söylediğinin aksine, üzerinde konuşulamayan konusunda susmamalı artık(!) Hayat -ki keşke öyle olsaydı- ne Ractasus ne de Felsefi Soruşturmalar düzleminde sonsuzda kesişen iki doğrudan ibaret.


Lanet okumak başka, inancının karşılıksız olduğunu kabullenmek başka. Tıpkı, İhsan'ın en başta söylediği gibi çağı yakalamaktaki maksat bir teklifte bulunmaksa çağdaşlarına; o halde kaybedelim gizli özneli cümleleri, bırakalım virgülden sonra küçük harfle başlayan kelimeleri ya da çağı ve çağdaşları yakalamak yerine hepsini hadi öylece siktir edelim! Hazır çağ bu kadar hızlı yaşanıp çağdaşlar bu kadar genç ölürken...


Belki de denemelere boşuna sığınıyor, varoluşumuzun serinliğinden korunmak için şiir pikeleriyle boşuna örtüyoruz üzerimizi... Belki de aşklarımız bizden çoktan vazgeçti, biz kendimizi nasıl ifade edeceğimizi kara kara düşünürken.


Korkarım ki boşuna tüm bu denemeler, kim bilir bir daha ne zaman meşhur olacak Montaigne'nin portresindeki o fırfırlı yakalar yeniden?