Bir kağıdım, bir kalemim vardı. Elimden döküldüğü yerde kalırdı aklımdan geçip dilimden dökülemeyenler. Kırmızı kaplı bir kitaba etiketler ile not alırdım. Önce kitap gitti, sonra sırasıyla kağıdım ve kalemim. Ahmed Arif, Nazım okurdum tüm inandıklarımı bir kenara bırakıp. Bir çınar ağacı gölgesinde rüzgar sesi dinlemekti en büyük keyfim. Gençlik ateşi hiç olmadı içimde. Bir soluk aldım ve üfledim ne varsa aklımdan geçip de kağıda dökmediğim. Özlemi içinde olduğum her şeyden uzakta yazıyorum bu yazıyı. Hepsine ulaşabilirim, hiçbiri kaybedilmedi henüz ama içimde söndürmeyi başaramadığım o kaybedeceksin hissi. Doğduğu günden beri kaybedenler anlar bu hissi. Hiçbir isteği olmayanlar. Kaderine de her seferinde bu kez olacak diye umudunu bağlayanlar. Çaresizliği kemiklerinde bir zemheri ayaz yer gibi hissedenler. Dökemeyince içini dili ile yazıya sarılanlar. Yazdıkça ıslanan yapraklar ve her dökülen damla imzası olanlar. Elbet bir gün herkesin yüzü gülecek diye düşünürüm her dara düştüğümde ve bastığında içime bir karabasan gibi bütün istenmeyen sorumluluklar. Gelecek, gelecek ve içimdeki bütün sıkıntıları alacak. Kim bilir, belki de bizler her insan gibi önce çocuk sonra yetişkin olamıyoruzdur. Her şeyi elimize yüzümüze bulaştırıp başarısızlık içinde yüzüyoruz her geçen gün derinleşen denizimizde. Biz bu işi de tersinden yapıyoruzdur belki. En çocuk halimiz en son halimiz olur. Umudum odur ki böyle olur. Geldik mutsuz, yaşıyoruz mutsuz, bari giderken çocuksu bir mutluluk ile gidelim.