Din sadece insanların ruhani boyutuyla alakalı bir kavram veya bir olgu değildir. Din, insanın hayatının her aşamasını ele alır, şekillendirir. İnsan çoğu kez doğada anlam veremediği, zor durumlarda kaldığı hastalık, açlık, savaş gibi zamanlarda dine sığınır. Bir tanrı kavramına inanmak, yani kendisinden büyük ve üstün bir gücün gözetiminde olmak insana güven duygusu verir. Bu nedenle bir noktada din, üstün tanrıya ilahi bir aşkla ibadet etmek ve insanın kendisinin din tarafından yönlendirilmesini, davranışlarının düzenlenmesini beklemesi halini alır. Din, insanlığın varlığından bu yana toplumların kendilerini sürdürmeleri konusunda önemli role sahip olmuş ve insanlar bazı olgulara din sayesinde açıklık getirmiştir. Toplum içi normlar oluşturan din hayatın her kısmında bulunmaktadır. Bunlardan birisi de ekonomidir. İnsanın hayatını toplum içinde idame ettirebilmesi; din gibi, ekonomik duruma da bağlıdır. Bireyin toplum içindeki sosyal tabakalaşmada, sosyo-kültürel yapılardaki ekonomik gücünde hareketlilik sağlar ve ona destek olur. Ancak bireyin toplum içerisindeki yeri yalnızca ekonomik gücünden oluşmaz. Bireyin sahip olduğu biyolojik ve psikolojik durum, toplum normlarını benimseme ve uygulama durumu, toplum içindeki sosyal kişiliği, rollerini kabul etme ve doğru uygulama ve dini görüşü bireyi toplum içerisinde belirli bir statüye sokar ve statüyü belirler.


Dini öğretiler bireylerin ekonomik davranışlarına olumlu etkilerde bulunabilir. Bu öğretiler bazı şartlarda yolsuzluk, rüşvet ve adi suçların azaltılmasında ve toplumun refah seviyesinin artmasında rol oynar. Bir örnekle açıklamak gerekirse:

Dan Ariely’in bu konu üzerine birçok deneyi bulunmaktadır. Bunlardan hileli davranışlar üzerine olanından bahsetmemiz gerekirse, MIT öğrencileriyle yapılan deneyde hocalar deney grubu öğrencilere basit matematik soruları sordu ve kaç tanesine doğru cevap verdiklerine bakıldı. Ortalama 3,1 çıktı. Sonrasında iki grup öğrenciyi kullanarak aklındaki soruya yanıt bulmaya çalıştı. Acaba dini hatırlatmalar insanların hile yapmasını engelliyor muydu? Bu sorulara yanıt bulabilmek için testte birkaç değişiklik yaptılar. Birinci gruptan teste başlamadan, ilkokul zamanlarında okudukları 10 kitabın adını yazmaları istendi, ikinci gruptan ise İncil’den 10 emir yazılması istendi. Testte ise her iki gruba da bir kısım matematik soruları sorulmuş ve kaç tane doğru cevapladıkları sorulmuştur. Bu sırada öğrencilere doğru cevapladıkları soru başına 10 dolar verilmiştir. Dolayısıyla öğrencilerin yalan söyleyip daha fazla para almalarına fırsat verilmiştir. Ariely, deneyin sonucunu şu şekilde açıklamıştır: On emri hatırlamaları istenen grup hiç hile yapmamış, doğru cevap ortalamaları 3,1’di. Diğer grup ise para kazanmak için %33 oranında daha fazla söylemişlerdir ve doğru cevap ortalamaları 4,1 çıkmıştır. Aslında her iki grubun da yaptıkları hileden yakalanmaları mümkün değilken neden ilk grup hile yapmamıştı? Aslında bu durumun açıklamasının rasyonel bir tarafı yok. Ariely durumu “Herhangi bir ahlaki düşünce kıstasından uzaklaştırıldığımızda doğru yoldan sapma eğilimine giriyorduk. Fakat kışkırtıldığımız anlarda bile ahlak hatırlatıldığında, büyük olasılıkla dürüst oluyorduk,” şeklide açıklıyor. (Batı, 2016.)

Öyleyse bu noktada dini normların ve kuralların etkisi insanları kötülükten ve hileden alıkoyabiliyor.


Peki burada karşımıza çıkan soru şu: Din kurumunun ekonomik yönü toplumu hep iyiye mi yönlendirir? Hiç mi faydacısı çıkmaz? Yanıt aslında en net örnekleri ile Hristiyanlıktadır. Burada bahsedeceklerim dini aşağı veya yanlış görmek değil, tam tersine anlamlandırmaya çalışmak ve dini kötüye kullananlardan bahsetmektir.


Katolik kilisesinin resmi öğretisi olan Endüljans, aslında dinin ekonomik yönden nasıl sömürüldüğünün en net örneklerindendir. Kısaca bu sistemi açıklamam gerekirse; Orta Çağ Avrupaʼsında bir tür günah çıkarma (ki belli bir ücret ödenmeli) ve ölümden sonra cennete gitmek için papadan satın alınan bir belge ve paralı sistemdir. Mantık basittir; günah işler ve tanrıya sırt dönerseniz, paranız var ise hemen günahlarınız affedilir. Fakat paranız yoksa şansınıza küsün, günahkâr olarak kalır ve asla tanrının affına sığınamazsınız. Aslında Orta Çağ Avrupa papalarının yaptığı ve adına “yaptıklarınızın kefaretini ödüyorsunuz” dediği ekonomik hareket toplumu çok büyük bir sınıfsal ayrıma itti. Bu sınıfsal ayrım sonrasında reformları doğurdu, burası bir gerçek, lakin reform öncesi böylesi bir sınıfsal ayrımın içinde kalan insanların toplum içinde yaşama ve var olma çabaları düşünüldüğünde hiç de mutlu edici tablolarla karşılaşmayacağımız da aşikardır.


Olay sadece belirli bir dinde değil, dini kendi amaçları doğrultusunda değiştiren; istediği emri, istediği hadisi kendi istediği gibi anlayıp kendi çıkarları ve menfaati doğrultusunda yayan bireylerdedir. İstediği zaman ekonomiyi de insanı da kontrol eden din toplumsal bir olgudur lakin ekonomiyi çökerten birkaç güçlünün bencilliği bireyseldir.


Allah’ın “Yaratan Rabbʼinin adıyla oku!” diye başlayarak herkesin, sınıf ve statü fark etmeksizin, okuması için indirdiği kitabı parayla satan, sanki ikisi de aynı kitap değilmiş ve aynı yaratıcıdan indirilmemiş gibi zengine pembe, simli Yasin’i satıp sanki marifet yaptığını zanneden insandadır suç.


Ekonomi ve din toplumsal olgulardır, bu nedenle toplum üzerinde evet-hayır, siyah-beyaz gibi bir etkisi yoktur. Toplum toplumdur lakin her toplumda dini para veya fazla akıllı olan vardır.


Şu sözlerle raporumu bitirmek isterim: Çoban kuzuyu çok sevdiği için değil, bazen de eti pek olsun diye besler.



Kaynakça

Batı, U. (2016, 6-15). Din ve İnsan Davranışları. Milliyet: https://uzmanpara.milliyet.com.tr/haber-detay/yazarlar/din-ve-insanlarin-ekonomik-davranislari/50073/ adresinden alındı.

Harman, Ö. F. (1995). Endüljans. TDV İslam Ansiklopedisi, 209-211.

Pehlivan, D. M. (2016). Din-Ekonomi ilişkisi ile bu ilişkinin toplumların ve bireylerin davranışlarındaki yansımaları. İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi.