Muharrem Ertaş’tan Dinek Dağı bozlağını dinliyorum. Divan bağlamanın sesi salınıp duruyor. Onun hemen üzerinde Muharrem ustanın sesi. Sanki bir kayık gibi inip çıkıyorlar dalgaların üzerinde. “Adama kemlik mi gelir merdoğlu mertten” diyor Ertaş ve dalıp gidiyorum. “Kötülerin dalı gölgesi olmaz” sözü zihnimde gezinirken bir an aklıma Dinek Dağı geliyor. Acaba onun da bir gölgesi var mıdır sığınacak? 

 

Nedir, nicedir, nerededir Dinek Dağı? Yuh olsun bana ki açıp da bakmamışım şimdiye… Oysa Ruhi Su’dan Hasan Dağı’nı ilk dinlediğimde hemen resimlerine dalıp gitmiştim Hasan Dağı’nın. Dedemin adı da Hasan olduğu için mi bilmem, baktıkça dile gelmişti sanki koca dağ. O ne heybetli, ne güzel bir dağdı… Ve şimdi, Dinek Dağı’na bakıyorum. Üzerinde birkaç ağaç öbeği var sadece. Kalanı yaban yazı. Yazın sarı, kavruk bir dağ burası kışın ise kar altında, soğuk. Resimlere öylece dalmışken, altta şöyle bir cümle dikkatimi çekiyor; “çocukluğum, Dinek Dağı’na bakmakla geçti.” Söz, büyüyor zihnimde. “Çocukluğum” diyor, “Dinek Dağı’na bakmakla geçti.” Düşündükçe anlıyorum, bir ulu söz bu aslında. 

 

Çocukluğumda hiç dağım olmadı benim. İzmir’de, Karşıyaka’ya doğru bakınca, o zamanlar ismini bilmediğim Yamanlar’ı görürdüm sadece. Onun da yarısı yerleşim olduğu için bana hiç de dağ gibi gelmezlerdi. Sanki şehirliler biraz gayret etse, zirveye kadar konutlarla dolduracaklardı burayı ki son zamanlarda olan da bu. Dağ dediğin, konutlarla kuşatılmış olmamalıydı. Tıpkı Dinek Dağı gibi… 

 

Ağacı seviyorum elbette ve ormanları da. Ama dağın gövdesini tam tekmil saran, o görkemli kayalara, ota, börtü böceğe bir karış yer bırakmayan ormanları sevemiyorum nedense. Sanki dağ dediğin, gövdesinin bazı yerlerine ağaçları kendi eliyle yerleştirmiş gibi olmalı. “Gelin çocuklarım, burada yaşayın” demiş gibi. Kalanı, dağın yalçın gövdesi olmalı. İşte Dinek Dağı’nda bunu görüyorum. “Yavrularım” diye sevdiği ağaçları, küçücük gölleri gövdesine şefkatle yerleştirmiş gibi… Dolduruyorum dağı gözlerime. “Yiğit gölgesinde yiğit saklanır” diyor Muharrem usta. Gözlerim dağın gölgelerini aranıyor. Öylesine çok ve büyük ki gölgeleri. Sanki ona akran bir yiğitmişim gibi gölgesine saklandığımı hayalliyorum. “Keşke” diyorum, “benim de çocukluğum Dinek Dağı’na bakarak geçseydi.” İşte o zaman hayata, istediğim zaman gölgesine sığınacağım bir dağın heybetli desteği ile bakabilirdim. El ne derse “benim de dağım var” derdim. 

 

“Altına batırsan ey’olmaz kötü/Aslı kara demir mücevher olmaz.” Olmaz Muharrem dede olmaz. Olmaz ya… Koca bir halk, dağsız büyüyor artık.