"Yıllar geçiyor, dünya değişiyor, ama benliğimde bir yerlerde değişime direnen küçük bir zerre var. O bir türlü değişmiyor. Aslında epey bir değiştim ama zihnimin derinliklerinde bir yerde sıkışıp kalmış hayaletin onu -seni- unutmamam için çığlık çığlığa bağırıyor adeta. Bazen onunla beraber oturup sorguluyoruz, kimin suçu diye. O beni suçluyor, "Bir şeyler yapabilirdin, her şey daha farklı olabilirdi," diye fısıldayıp duruyor. Aslında o da biliyor hiçbir şeyin ne olursa olsun değişmeyeceğini, sonucun aynı kapıya çıkacağını hatta belki de daha kötü olacağını. Sanırım varlığını sürdürebilmek için bunu yapıyor. İtiraf etmeliyim ki ben de önceden ona katılıyordum. Ama şimdi bakıyorum ki dipsiz, kapkaranlık, sonu belirsiz bir kuyunun başında kuyunun dibini görmeye çalışan biri ne yaparsa ben de onu yaptım. Dibine taş attım, ses yok. Seslendim, sesim bana geri döndü. Belki su çıkar diye küçük bir kova saldım kuyuya, o kuyu o kadar derindi ki ipim yetmedi. Bu noktada kuyu mu suçlu, ipi yetmeyen ben mi? Hakim değilim, hukuk da okumuyorum. Yargıya varmayacağım. Benim üzerime vazife değil.


Yaşam sislerle kaplı bir vadide yürümek gibi benim için şu sıralar. Saatlerin lakırdısı pek bir keyifsiz. Soluduğum hava buğulu, parmak uçlarıma değen nesneler belirsiz hissettiriyor. Dudaklarımın kenarında asfalt kırıntıları kalmış, ziftin ağır siyahı çöreklenmiş. Eklemlerim pas tutmuş, gözyaşı pınarlarım kurumuş, ağlamak istesem de ağlayamıyorum. Muğlak bir varlığa dönüştüm anlayacağın. Niye bunları sana anlatıyorum? Bilemiyorum, belki yılların birikmişliğidir. Belki de hayatımdaki insanların teker teker sonbahar yaprakları gibi çekip gitmesi ve zihnimin bir kenarında sevildiğini düşünen o tek zerreye tutunmak istememdir. İşin komik yanı ne biliyor musun? Ne yüzünü hatırlıyorum ne de sesini. Sana ait elimdeki tek şey belleğimdeki birkaç silik anıdan başka bir şey değil. Onlara da anı denilebilirse. Bazen seni tamamen unutuyorum. Gerçekten bir yerlerde yaşayan biriymişsin gibi gelmiyorsun. Aylarca hiç aklıma gelmediğin oluyor. Sanırım o sürede hayaletin biraz kendini dinlendirmeye alıyor. Gücünü toplayıp daha şiddetli bir şekilde saldırmak içindir belki. Belki o küçük hayaletin bunca zaman hayatta kalabilmesi benim yalnızlığımdandır. Belki hayata karışabilmeyi becerebilseydim, kalabalığın o diri enerjisine uyum sağlayabilseydim adını bile hatırlamayacaktım. Ama benim tek bildiğim toplumun dışında, öyle kenarda bir yerde ur gibi yaşamımı idame ettirmekti. Fakat artık bir ur değil, bir organ olabilmek için çabalıyorum. Çok zor, çok ağır geliyor. Bazen asla uyum sağlayamayacağım diyorum, kendi köşeme çekilip eski halime dönmek istiyorum. Sonra bu noktaya gelebilmek için kaç kere kabuk değiştirdiğimi ve o kabuk değiştirme sancısını hatırlayınca titrek de olsa yola devam edebilmek için adım atıyorum.


Bazen aklıma geliyor, kendi kendime soruyorum. Şimdi bir şey olsa, iletişim kurabilsek beraber bir geleceğimiz olabilir mi bu saatten sonra diye. Bakıyorum şöyle bir geçmişe, üzerinden geçen zaman bazı insanlar için kısa bir süre ama benim için epey uzun bir süreydi. Bu süre çok derin izler bıraktı, çukurlar açtı. Kapanmayacak izler. Telafi edilemeyecek bir zaman var. Kısacası tünelin sonu karanlık. Zaten beni tutsak eden şey de bu karanlık değil miydi?

Aslında bakarsan ben senden beni sevmeni hiç istemedim. Belki seversin diye ümit ettim ama bunu hiç arzulamadım. Belki kendimi sevilmeye layık görmedim, belki de bunu arzulamayı haksızlık olarak gördüm. Bilemiyorum... Sana da oluyor mu hiç, bazen neyi niçin yaptığını bilememek? Kendini yabancı hissetmek. Ben bazen kendime o kadar yabancılaşıyorum ki ismim bile başkasına aitmiş gibi hissettiriyor. Sanki kendime uzaydan bakıyormuşum gibi bir his kaplıyor içimi. Sanırım bu noktada kitap okumak en büyük velinimet. Başka bir karakterle empati yaptıkça kendimle iletişim kurmayı becerebiliyorum. Sen hiç kendinle iletişim kurmaya çalıştın mı? Eğer denemediysen kesinlikle denemelisin. Başlarda çok zor, hatta acı dolu olsa da sonunda epey bir iyi hissettiriyor.


Yine çok konuştum. Senden tek ricam, kendine iyi bak ve arada bir dışarı çıkıp gökyüzüne bak. Nedense bu aralar buna ihtiyacın varmış gibi hissediyorum. Ve şunu da bilmeni isterim ki sen farkında olmasan da benim olgunlaşma sürecimdeki son darbe, son damla oldun. Her şeye, daha doğrusu tüm o hiçliğe rağmen teşekkür ederim. Umarım istediğin gibi bir hayatın olur.


Hoşça kal..."



Gönderen: Sadece adını bildiğin Muazzez.


Gönderilen: Dipsiz kuyunun dibindeki kişi.


Adres: Muazzez Hanım'ın tavan arası.