distopya; vikipedi sayfasında, “çoğunlukla ütopik bir toplum anlayışının anti-tezini tanımlamak için kullanılır. distopik bir toplum otoriter-totaliter bir devlet modeli ya da benzer bir başka baskıcı sistem altında karakterize edilir. kelime ilk defa john stuart mill tarafından kullanılmıştır. filozofun yunanca bilgisi göz önüne alınırsa kelimeyi ‘ütopyanın tersi’ olarak değil, ‘kötü bir yer’ anlamında kullandığı anlaşılır. distopik toplumlar özellikle konusu gelecek zamanlarda geçen hikâyelerde yer alır...” olarak tanımlanmış. distopik kurgu kitaplar ve filmler var bildiğimiz gibi.


bu tarz kitapları okurken çok da uzak bir gelecekten bahsedilmediğini, hatta belki dozu azaltılmış olarak hali hazırda geçerliliği olan bir durum olarak düşünürüm.


bu tarz filmlerin temelinde de siyasal yapılanmanın milli ya da küresel bağlamda izlediği politika, genelde toplumları kontrol altında tutma, daha fazla güç ve daha uzun süre iktidar olma mücadelesi söz konusudur.


huxley, “cesur yeni dünya” adlı distopik eserinde insanların ana rahminde geçirdiği süreyi kavanozlarda geçirdiğini anlatır. bu süre içinde sosyal statülerine göre fiziksel ve zihinsel gelişim düzeyini belirleyip buna uygun ilerlemelerini sağlar. bu eserde toplumun her düzeyinde insanlar hedonist bireyler olarak yaşarlar ve bu da reel ya da sanal olarak verilir kendilerine. ahlâk kuralları gibi sınır belirleyici kurallar yoktur. bütün sınırlar “ford” tarafından çizilmiştir.


teşkilatların ya da sistemin kendini koruması açısından bakıldığında durum hiç de yeni gözükmüyor. siyasi bir yapılanma söz konusu olduğu andan itibaren bu hedef de var olagelmiştir ve hatta bir ödev olarak kabul edilmiştir. siyasî yapının, yani devlet teşkilatının güçlülüğü elbet her devletin amacı ve görevi olmalıdır. lâkin burdaki fark, sosyal ve bireysel hayatın nerdeyse tamamının devlet ya da benzer bir otoriter yapı tarafından kontrol edilmesidir.

orwell'ın 1984’ünde büyük birader tele ekranlar ile halkı mütemadiyen gözetler; ne yaptıkları, hatta ne düşündükleri ve hissettiklerini kontrol altında tutar. böylece mutlak bir iradeye sahip olur ve insanları 2+2=5 demeye mecbur bırakır.

bu teşkilatlanma tarafındaki hal…


bir de sosyal ve bireysel değişmeleri konu alan distopyalar var, burada da insanın bireysel evrimi, ahlak anlayışının, hak kavramının, etik ya da diğer toplum kurallarının tastamam evrilmesi, insanların otokontrollerinin bilerek saf dışı bırakması ya da iradenin bunda yetersiz kalması durumu vardır. sosyal hayat da buna bağlı olarak gelişir. insanlar kendi varlıklarını soyut bir duruma bağlamadan ve sadece kendi merkezli bir hayat çizerler. buna da en güzel örnek sineklerin tanrısı kitabı olabilir. adada yalnız kalan bir grup çocuk ikiye ayrılır ve otorite kurmaya çalışan grubun karşısında diğerleri hayatta kalma mücadelesi verir. zira baskın olmak isteyen taraf, bunu her şeye rağmen istemektedir.


ve bir de saramago'nun körlük'ü var ki es geçilemez. görme duyularını kaybeden şehir halkının, bütün değerlerini de kaybettiğinin anlatıldığı kitap hani… okuduktan sonra günlerce etkisinden çıkamadığımız…

aslında bu konu da yabancısı olduğumuz bir konu değildir.

insanın hayvani yönü dediğimiz sürekli kontrol altında tutulması gerektiği söylenen yöndür ve hatta islam inancına göre insan, nefsi emmeranin dizginlenmesine paralel olarak kamil olmaya aday kabul edilmiştir.


distopik kurgularda belki daha görünür kılmak için şimdi bile içinde bulunduğumuz şartlar ve olaylar biraz daha vurgulanarak anlatılmış, belki de gelecekte dünyanın alacağı hal olarak öngörülmüştür. her durumda şimdi izlerini gördüğümüz bir gelişmedir bu.


fakat kendi adıma bu tarz kurgulara baktığımda insanlar, haz alma dürtüsünü hayatlarının merkezlerine koymayı kabul etmiş; genelde sosyal tabakanının en altında yer alanlara en ucuz yolla bu temin edilmiştir.


sosyal tabakanın en üst kısmına ise yine en eski zamandan beri var olagelen bir durumla karşı karşıya geliyoruz. zira bu tabaka; gücü ekonomik, siyasi, nüfuz, teknolojik vb. zamanın gücünü temsil eden, iktidar olmanın yolunu açan gücü elinde tutma mücadelesi içindedir. ölümsüzlük ya da en uzun yaşam, daha fazla güç, tabiilerin mutlak itaatidir istenen. bir anlamda tanrılıktır.


yine de denebilir ki yüzyıllarca sonrayı kurgulayan bu tarz kitap ya da filmlerde görünen odur; insanın en eski zamanlarda var olan ilkel hırsları, haz arayışları, kavgaya olan (arenalar bunlara örnek) meyilleri, neredeyse hiç değişmemiş. kullanılan materyaller değişmiş, argümanlar değişmiş ama insanın özünde var olan iyi ve kötü, bunları tercih eden insanların da iyi ya da kötü olmaları hiç değişmeden kalmış…