Diyojen’in hiçbir şeye sahip olmak istemeyip bir fıçının içinde hayatını sürdürmesi; birine, bir yere, bir nesneye bağlanırsa eğer ve bir gün onu kaybederse o kaybın onda tezahür edeceği noksanlık acısını yaşamaktan korkması...


Bir yerlere, birilerine ait olmak istememek; bağ kurmadan, kök salmadan yaşamak istemek düşüncesi tam anlamıyla kötü bir düşünce midir yoksa bu düşünce aynı zamanda gelecekte bizi bir şeylerden koruyacak, bize siper olacak kadar kudretli midir? Hiçbir şeyle bağ kurmazsak bir insana inanıp güvenmezsek ve sevmezsek onu bu sanıldığı kadar talihsiz bir durum mudur? Bir düzen özlemi kurmadan herkesten ve her yerden sadece geçip gitsek. Bir şeylere sahip olmak için haftalarımızı ,aylarımızı ve yıllarımızı feda etmesek. Hayatımızdaki tüm nesneleri ve diğer her şeyi olabildiğince azaltarak yaşama devam etsek. Onlar bir gün olmadığında da aksamayacak, acı vermeyecek bir yaşam inşa etsek.


Şu çağda Diyojen kadar her şeyden (O kelimenin tam anlamıyla her şeyden vazgeçmişti.) vazgeçerek yaşayabilmemiz mümkün olmayacaktır elbette. Hatta o kadar çok şeyden vazgeçip sadeleştiğimizde vazgeçtiklerimizden bize kalanlar yaşamımızdaki en değerli birkaç şey olmayacak mıdır? Ve onlar bir gün hayatlarımızdan yok olduğunda artık bizimle olmayacak oluşlarının acısını çekmeyecek, yasını tutmayacak mıyız? Hatta hayatımızda kalan en değerli birkaç şeyi kaybetmenin acısı daha dayanılmaz olmayacak mı?


Sadece kaybetme korkusuna sarılıp kalan her şeyi teker teker bir denize atmak ve ardına bakmadan kaçmak... Daha sahip olmanın mutluluğunu tatmadan bir gün gidersenin acısı ile boğuşmak... Belki de hiç yaşamayacağı bir acının boşu boşuna yasını tutmak...

Bütün bunlar, ya bir gün benden giderse korkuları bizi yaşamdan alıkoymayacak mı? Günün sonunda çok lezzetli yemekler yapan bir restorana girip hiçbir şey tatmadan sadece su içerek masadan kalkan bir konuk olmayacak mıyız?


Öyleyse hadi yemekleri soğutmayalım...