yapraklarını hazanın ayaklarına seren

zor zamanda dalı kıpırdamayan ağaç

çırılçıplak titriyordu güneşin karşısında

gözyaşlarını sunuyordu çorak toprağa…

 

oysaki kollarına umut çaputları bağladığı

gölgesinde ağırladığı dilek insanları vardı

güneşe çok adaklar adadı

muştular içinde bir gün doğursun diye

önce kederden sarardı yaprakları

sonra kurban etti dallarını…

 

bir bilge gibi doğan güneş

her gün çığlığı ile uyandırıyordu onu

süte hasret bebeler gibi sarsıyordu gövdesini

rengârenk gerçekleri sunuyordu seherin tepsisinde

duymuyordu ağaç, güneşin çığlığını

görmüyordu renk çeşmesini

beddua ediyordu ha bire hazanın ardından…

 

yaprağını dökmeden dalları

dalları kırılmadan gövdesi

gövdesi kurumadan kökleri

anlamayacaktı güneşin hikâyesini…

 

güneş günü doğurduğunda

renklerle doğayı belemek 

hasretle sarılıp koklamak

her gün yeniden dirilmek gerekiyordu…

 

sonunda anladı ağaç

kökleri göğe kadar uzadı

yıldızlar sarktı dallarından

diline şarkı diye doladı

doğan günün çığlığını…