İnsan yer yüzüne geldiği andan itibaren etrafında bulunanlardan korktuğu için birey olma formu yerine, toplumlaşma yoluna gitmiştir. Tıpkı doğa gibi çoğunluğun kuvvetini kullanmayı öğrenmiştir. Yani doğayı yine doğanın silahıyla vurmayı amaçlamıştır. Bu bağlamda insan kendini ne kadar doğandan sıyırmaya çalışsa da doğanın taklidini yaparak ancak hayatta kalma serüvenine devam etmekte ve edecektir. İşte bu yüzden doğayla savaşmak yerine onunla barış yapmayı öğrenmesi gerekmektedir. Peki insan hep savaş halinde olduğu bilinciyle kendini koyutlarken nasıl olupta bir anda barışın vaazını dinleyecektir.
Korkularını ve korktuklarını sindirerek ancak unutmayarak doğanın ona sunduğu çeperleri elinden geldiği müddetçe hem kendini hem de doğanın özütünü kullanarak yoluna devam etmelidir. Aksi halde doğa intikamını çok ciddi bir şekilde alacaktır ve alıyorda. Bu bağıntıdan hareketle doğayla savaşmak yerine barış yapma yoluna gitmelidir. Yoksa aydınlık bir gelecek yerine kapkaranlık bir geleceğin kucağında doğacaktır. Buna misal ve en yakın örnek olarak küresel ısınmayı verebiliriz. Her sene 1 santigrat derece artan sıcaklık yüzünden eriyen buzullar üzerinden bakacak olursak; 6-12 sene içinde erimesi öngörülen buzullara bir çare bulunmazsa dünyanın yaşam siferi aksi yönde değişecek ve bu yönde insanlık formu da evrimleşerek doğaya ayak uydurmak zorunda kalacaktır. Peki bu ayak uydurmak nasıl olacaktır. Tarihsel düzlemde bakarsak dünya birçok kez bu tür değişikliğe uğramıştır. Hatta türlerin yok olması buna örnek sunulabilir. O zaman insanlık türününde sonuna geldiğimizi de söyleyebilir miyiz? Ya da türümüzü korumak için doğayı kendi lehimize dönüştürmek zorunda mı bırakacağız? İşte bu sorular ışığında gelecek nasıl olacak, bunun üzerine düşünmeli ve karar verme merci olarak kendi bireysel önlemlerimizi bir şekilde de olsa elimizden geldiği ölçütte almalıyız. En azına tarafımızı belli etmiş oluruz. Karar size kalmış...