Socrates, baldıran zehrini içmeden evvel eşiyle konuşurken kadıncağız haykırır: “Seni boş yere yargılıyorlar Socrates, boş yere öleceksin.” Socrates'in cevabı ise şöyle olur: “Ne güzel işte, gerçekten haksız olsam ve öyle ölsem daha mı iyiydi?” Gerçekten yaşanmış olup olmadığı tartışılır olmakla birlikte bu diyalog, çeşitli kaynaklarda karşımıza çıkar ve onun mentalitesine baktığımızda, tam kendisine uygun bir cevaptır. Çünkü son nefesine kadar öğrendiklerinin ve öğrettiklerinin arkasında durmuştur.


Galileo denildiği zaman ise, “Yine de dönüyor.” ya da “Hala dönüyor.” diye çevrilen “Eppur si muove.” cümlesiyle karşılaşırız. Bu sözü ona atfeden kişi Giuseppe Baretti'dir. Galileo; Katolik Kilisesi'nin baskısına karşın, onlar kabul etmese bile, Dünya’nın dönmeye devam ediyor olduğunu bu şekilde ifade etti ve doğru olanın arkasında durmanın sonuçlarına da katlanmak mecburiyetinde kaldı.


Birincisi Socrates'e, ikincisi ise Galileo'ya atfedilen bu cümleler; bu iki kişinin farklı zaman dilimlerinde, farklı dinlerin ve yönetim tarzlarının kabul gördüğü farklı ülkelerde aynı dini ve politik baskıya maruz kaldıklarını gösteriyor bize. Yaşadığımız yüzyılda “sansür” diye adlandırdığımız şey aslında Socrates'in ve Galileo'nun dünyasında öldürülme korkusuydu ve bu iki kişinin ortak yönü, dogmatik din anlayışına ve bununla paralel giden siyasi diktatörlüğe kendi doğruları için karşı gelmiş olmalarıydı.


Socrates; tanrılara inanmamak, gençleri de dinsizliğe yönlendirmek, toplumu ahlaki yozlaşma içine düşürmek ve tanrıların yerine yenisini getirmeye çalışmak ile suçlandı. İlk olarak Atinalı oyun ve hiciv yazarı Aristophanes, Socrates'in duruşmasının yapıldığı 399 yılından tam yirmi dört yıl önce ilk kez sahneye koyduğu ve Socrates'i gülünçleştirmeye çalıştığı “Bulutlar” adlı oyununda aynı suçlamayı yapmıştı.(1)


Bulutlar oyununa baktığımızda, Socrates karakterinin mahkemelerin kararlarına karışıp gençlerin işlediği suçların cezasız kalmasına sebep olduğunu, doğa olaylarını bulutların hareketlerine bağlayarak Zeus'un gücünü hiçe saydığını, oyunun sonunda ise yakılarak öldürüldüğünü görürüz. Yani, infazından yıllar önce bile toplum için bir tehdit olarak gösterildiğini söyleyebiliriz.


Socrates; felsefe, erdem ve tanrılar, hayat ve ölüm üzerine konuşmayı anlamaktadır.(2) Zaten etrafındakiler için sorun da budur. Devlet adamlarına, toplumun saygın kesimlerinden insanlara bu konular hakkında sorular sorarak kimsenin, kendi de dahil olmak üzere, hiçbir şey bilmediğine karar verir. Tabii ki bu sorgulama tutkusu, tanrıları sorgulanabilir kılması ve dürüstlüğü başına bela olacaktır.




“Gerçeği söylediğim için bana kızmayın. Devlet içindeki bu kadar büyük haksızlıklara ve yasa dışı işlere engel olmaya kalkışırken sizi ya da benzer bir kalabalığı karşısına alanın yaşaması imkansızdır.”(4) der Platon “Sokrates’in Savunması” adlı eserinde. Socrates, kendisinden nefret edildiğini biliyor ve buna karşı duruyordu. O; iyi bir insan olurken bir yandan da erdemli bir vatandaş olmanın nasıl mümkün kılınabileceğini anlamaya çalışırken, insanlar aslında onlar için iyilik yaptığının farkında değillerdi. Tıpkı Galileo'nun insanlara aslında yaşadıkları gezegenin evrenin merkezi olmadığı, hareketsiz bir kaya parçası olmadığını anlatmaya çalışırken onları aydınlatmaya çalışarak iyilik yaptığı gibi.


Dünya’nın hareketli olduğunu deneylerle kanıtlayan Galileo, Dünya için iki hareket tanımlamıştır. Ayrıca, evrenin merkezinin Yerküre olmadığını ileri sürer. Bu durum, Galileo'nun yargılanmasına yol açar. Engizisyon mahkemesi tarafından kendisine mahkumiyet kararı imzalatılır.(5)


Kutsal kitapta Dünya merkezli bir evrenden söz edilmesinden ve dolayısıyla kilisenin öğretisinin katı bir şekilde bu yönde olmasından dolayı; bilimsel çalışmalar önemsiz, geçersiz, dahası günah kılınmaktaydı. Öğretilen bilgilerin sorgulanmaya açık olmaması, bilime darbe vuruyordu.


Aslında Socrates'in durumuyla bağdaştırarak düşündüğümüzde, buradaki siyasi gücün de kilise olduğunu görebiliriz. Bu durumda, kilise; kendisinin haksız çıkarılması ve sorgulanabilir olmasına dayanamayan politik bir güç olarak karşımıza çıkar. Teleskopla yapılan gözlemlerden doğan sonuçlar, bir bakıma salt insan dürtüsü ve gözleminin güçsüzlüğünü ortaya koymuştur. İnanılagelmiş bilgilerin yanlış olduğunu kabullenmek, Socrates'in halka nüfuzlu kişilerin yanılgıda olduğunu kabul ettirmesi kadar güç bir durumdu.


Socrates'in insanları ikna etmeye çalıştığı şeyin kendisinin her şeyi biliyor olması durumu olmadığı gibi, Galileo'nun öğretmeye çalıştığı şey de egoist bir tutumla ortaya sürülmüş bir şey değildir. Gözlemin ve bilimin gücünün kutsal kilisenin duvarlarından dışarıdaki bir yerlerde önemi olduğunu göstermeye çalışıp bunun izinden yoluna devam etmiştir.


Ne var ki Galileo, infaz edilmemiştir ama ev hapsiyle cezalandırılmıştır. Aslında nasıl ki Socrates'in öldürülmesi, fikirlerinin de yok edilmesine sebebiyet vermediyse; Galileo'nun hapsedilmesi, bilim dünyasına yaptığı sayısız katkıyı engellememiştir. Aksine, ev hapsi süresince yazmaya devam etmiştir. Günümüzde kilise, elbette Dünya’nın döndüğünü kabul etmiştir ve Socrates'in baldıran zehirini içtiği topraklarda ona değer verilmektedir.





  • Kaynakça

  • 1- ARSLAN, Ahmet. (2014). İlkçağ Felsefe Tarihi 4.cilt. İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları
  • 2- ARSLAN, Ahmet. (2014). İlkçağ Felsefe Tarihi 4.cilt. İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları
  • 4- PLATON. (2016). Socrates’in Savunması 6.cilt. Ankara: Say Yayınları. Çeviri: Furkan Akderin
  • 5- KÜÇÜKALİ, RIDVAN, KOÇ MUSTAFA.(2016). Galileo’nun İki Büyük Dünya Sistemi Hakkındaki Diyalogları ve Bilime Etkisi. Erzurum: http://dergipark.gov.tr/download/article-file/271708