Sırtımı bir banka dayamıştım. Denizin yeryüzündeki hükümranlığını elinde tuttuğu her zamanki bir öğle sonrası ben de elime izmarit tutturmuş, şık kadehler bulamadıkları için gasteye sardıkları şişeleri göğün şerefine kaldıran şarapçıların tutkusuyla ciğerlerimi yaralıyordum. Bankın soğukluğu bana bir tür ıssızlığı anımsatıyordu, yalnızlığı baş tacı yaptığım vakitlerdeki ıssızlığı. Ufka baktığımda intiharı düşlediğim akşamlar hatırımdaydı, intihar gizliden gizliye kurduğum intikam planımdı ve hatırımdaydı. Bileklere atılan bıçak darbeleri, yüksek tavandan aşağıya sarkmış kalınca ip ve ne için orada olduğunu bilen bir sandalye, mide dolusu haplar, yedinci kattan beton zemine süzüldüğümde yerin kafatasımda yaratacağı buz gibi travma ve nihayetin hafifliği... Zihnimin dünyevi masallarla meşk ettiği saatlerin acısını ancak böylesine düşlerle çıkarabiliyordum. Sorgusuz sualsiz kanaat getirdiğim tek şey ölümün karmaşıkça görünen basitliğiydi. 


Usulca bir köpeğin yanına yaklaştım. Gözlerini araladığında bu çipil gözlerde kemiğini bulamamış olmanın hüznünü görebiliyordum. Ruhsuzca hırladı ve salyalarını kumsala akıttı. Bu hareketin bana karşı yapılmış olduğu zannına kapılacak kadar kötümserdim, yine de bu yorgun ve ümitsiz hayvanın bilinçlice yaptığı bu hareketin doğruluğuna gülümsedim. Vaktiyle dostlardan duyduğum "kötüyü elinle çağırıyorsun" manalı sözlerin günlerce üstüne düşerdim fakat yıllar geçti ve ruhuma yapışan en belirgin huy ağır bir vurdumduymazlıktı. Zaman algım, mutluluk yanılsamalarından, umudun davetkâr çağrısından, derdin ve dermanın buyurgan saltanatındandır ki epey değişmişti. Yitirmiş olmak istiyordum olanca yüküyle boğazıma bastıran hayalperestliği. Dünyanın çivisinin çakılacağı bir gelecek vardı, yeryüzünün bizden tiksinip ellerimizi ve ayaklarımızı çaprazlama keseceği, bizlerin de çarmıha gerilmiş İsa olarak göğe yükseleceğimiz gelecek... Bakışlarımı yakınıma doğrulttum ve güzelim martılar, güzelim gagalarıyla kavrayacakları yiyecekler arıyorlar, bahsettiğim geleceğin tadını doyasıya çıkarıyorlardı. Tanrının merhameti ve insanoğlunun yaratılışından sıyrılış, onları cennet-i âlânın meleklerine dönüştürmüştü. Akpacık kanatlarını çırpıyor, göğüslerini saf bir asaletle dik tutuyorlardı. Bu, uzun zamandır izlemekten mahrum kaldığım, hayatın kargaşasından gözlerimi kaçırdığım yürekli bir direnişti. Bir an için üzerindeki paçavralardan kurtulup olabildiğince koşturan, derelerde yüzüp duran, ağırbaşlı, alçak gönüllü bir köle gibi hissettim. Artık incecik kumların sırtına basarak bacaklarımdaki hantallığı atmaktan başka çaremin olmamasından muzdariptim. 


Sahil boyu gezmeye aşık olduğumu en iyi şu sayın ağaçlar biliyor. Onlar yemyeşil yapraklarıyla, tutundukları toprakla, bütün uzuvlarıyla benim bu eylemi yaparken ne kadar hoşnut olduğuma şahitler. Manzaradan onları yoksun bırakmayacağım ve bu yüzden ilk önce onlara, sonra sizlere çevrenin yüzüme çarptıklarını betimlemekle işe koyulayım. Bir kalabalık ki mahşer yerinde olduğumu zannediyorum. Kadınlar, erkekler, çocuklar, ölüler ve diriler hepsi bir yerlere gidiyorlar, ağızlarına birkaç lokma tıkıştırıp bir yandan da konuşuyorlar, şuraya ve buraya bakıyorlar, şarkı söylüyorlar, dua ediyorlar, birbirlerine sarılıyorlar, öpüşüyorlar ve en çok da -ölü olanlar hariç- yaşıyorlar. Falanca yerin adresini soran yabancılar, denizi ilk kez gören yabancılar, hiçliğe kapılıp kaybolan yabancılar, teknelerdeki sarhoş yabancılar... Bir yığın yabancı bir yığın işlerle ölümü bekliyorlar. Bir delikanlı bisiklet yolundan yürüyor, kaldırıma tükürüyor ve en iyi bildiği işi yaparak kadınların peşine takılıyor. İyi giyimli bir kadın, saçları dağınık sevgilisinin elini tutuyor, adam olanca hissizlikle sahte gülümsemesini dudaklarına iliştiriyor. Çocuklar kedileri seviyorlar, kara kedileri, tüylü kedileri, çift renkli kedileri, tığ kadar ince, yünlü, yumuşacık kedileri... Manzara bana bir yerlerde, hala yaşamaya ayak uyduran varoluşların olduğunu gösteriyor. Rüzgar yüzüme çarptıkça nefesim genişliyor, ben genişliyorum, ruhum sonsuz kırlarda geziniyor. Tüm bunların gelip geçici keyfini dişlerimi sıkarak kabulleniyorum. 


Gelecek pazartesi yazıhanedeki işime tekrar başlayacağım ve yaşlanana dek harflere ve rakamlara basacağım. A, B, C, D, a, b, c, d... 1, 2, 3, 4... Bu rezaletin sonu ölüm, bunu aklıma kazıyacağım ve yazacağım, hem de büyük puntolarla: Ö L Ü M.