ben küçük bir çocukken ailecek gittiğimiz alışveriş merkezinde satılan üzerinde sıcacık akışkan çikolata sosu olan bardaktaki o vanilyalı dondurmayı çok severdim. bildiğim kadarıyla o dondurma sadece alışveriş merkezinde satılıyordu. bizse oraya ayda bir yemek yemeye veya bayram için üst baş almaya gidiyorduk. çocukların süper güçlerinden biri olan ipuçlarını birleştirerek yıllarca inanacağı bir gerçeklik yaratma yeteneği bende de mevcutmuş ki ben de çok az gittiğimizden, bu alışveriş merkezinin anneannemin evi veya pazartesi pazarı gibi yakın bir yer olmadığı çıkarımını yapmıştım. büyüdükçe anladım ki o alışveriş merkezi zannettiğim kadar da uzak değilmiş. 

bir gece oturma odamızdaki fıstık yeşili koltukta uzanırken kendimi o dondurmayı özlemiş halde buldum. koltuklarımızda her zaman üzerinin kirlenmesini engelleyen bir örtü olurdu. bu sebeple fıstık yeşili koltuklar fıstık yeşili miydi yoksa daha mütevazı bir renk miydi bilemiyorum. ama ben ona fıstık yeşili koltuk demeye devam edeceğim. fıstık yeşili bir koltuğun 2 çocuk yüzünden kendisini sergileyememesi ne kadar kaderse, o koltukta canım dondurma isteye isteye oturmak da o en az o kadar kaderdi. çare yoktu, canımı susturup bu geceyi bitirmeliydim. belki yarın sabah koltuk örtüleri yıkanır, fıstık yeşili koltuğun iplikleri derin bir nefes alırdı. belki yarın arefeydi, önce sırtlarına bayramlık gibi bir yük yüklenen kıyafetler alır sonra da yemek katına çıkardık. güç bela uyudum ve arefe olmayan sıradan bir güne uyandım.

canım susmuyordu. çikolata soslu dondurma istiyor, beni sürekli dürtüklüyor, bir şeyler yapmam için konuşup duruyordu. anneme gidip "canım dondurma istiyor." dediğimi hatırlıyorum. canıma atmıştım suçu, sussun diye onu ispiyonlamıştım. annem oralı olmayınca "canım çok sıkılıyor." dedim. "canım dondurma istiyor." canımızın dili olmadığını, onun tercümanlığını yaptığımızı bildiğim bir yaştaydım. bana ne derse dikkatle dinliyor sonra insan diline çevirip iletişim kurmak istediklerine iletiyordum. elimden geldiğince, dilim döndüğünce dondurma isteğimi söyledim ama o gün de en sevdiğim dondurmadan yiyemedim. 

ispiyonladığım canımla kaldım bir başıma. dondurmanın hayali, ispiyoncu ben, ve öfkeli canım. bari dedim koltuklar nefes alsın. kayıp bozulmasın diye her boşluğundan sokuşturula sokuşturula örtülmüş koltuk örtüsünü söktüm aldım. bir koltuğun çaresizliğini anlayabilecek bir yaştaydım. benim istediğim olmamıştı, bari onunki olsundu. dün geceden beri bu koltuğun üzerinde yüzlerce düşünce geçmişti kafamdan. yarısından fazlası dondurma üzerineydi. bir yetişkin dondurma üzerine düşünürse belki kalkar bunu kağıda döker ya da birkaç top dondurma yer. veya çok işi olduğu için o düşünce kafasında yer bulamayıp orayı terk eder. ama bir çocuk bir dondurma üzerine bu kadar uzun süre düşünürse bir koltukla empati kurmaya başlayabilir. o koltuğun örtülerini söker, koltuğun üzerinde zıplar, belki amuda kalkmak için çabalar, belki de kendisine göz yaşları içinde bir yetişkin olduğunda her gün o dondurmadan yeme sözü verir. bir yetişkin, çocuğun bu derin düşüncelerinden doğan eylemlere ukalaca "şımarıklık" diyebilir. 

bugün arefe olmayan sıradan bir güne uyandım. üzerinden yıllar ve çokça koltuklar geçmesine rağmen canım o dondurmadan istiyordu. neyse ki her yer yeterince yakın olana kadar büyümüş bir çocuktum.