Çocuk yaşta annesizliği tattı, anneannesinin yalısında dadılar arasında bir çocukluk geçirdi. 100 çift beyaz eldiveni vardı, hiçbir kapı kolunu mendilsiz tutmazdı. Sayısızca dantel örmüş, nakış işlemiş, titizlikle evinin köşelerine sermiş, hiç evlenmemiş, latifeler ustası: Hüseyin Rahmi Gürpınar.

Kadın matineleri, dedikoduları deyince akla gelen, okurken güldüren sivri dilli bir Türk edebiyatı yazarıydı. Dört yaşında annesini kaybetti. Annesiz bir çocukluk geçirmeyi şu sözlerle anlatıyor: “Validem okuryazar bir kadındı. Beni dört buçuk yaşında teyzemin terbiye aguşuna bırakarak pek genç iken, yirmi ikisinde hayata veda etti. Söz valideme intikal edince kalemimi tutamam, ağlamadan duramam. Çünkü kendisine pek düşkündüm. Kucağından hiç inmezdim. Çocukluğumda bütün ateşleriyle zihnime intiba etmiş birkaç levha vardır ki taharrürü beynimi daima yakar. O zaman ne olduğunu bilmediğim, itiraf lâzım gelirse hâlâ öğrenemediğim hayatın acılığı masum yanaklarımı pek insafsızca şamarlamıştı. Sızısı hâlâ gitmiyor...”

Babasıyla birlikte Girit’e yerleşti. Orada kendini iyi hissetmeyince İstanbul’a anneannesinin yanına döndü. Çocukluğu buradaki dadılarıyla ve teyzeleriyle geçti. Zannediyorum romanlarında bu kadar çok kadın tiplemesi bulunması bu detayda gizli.

Mülkiyeli bir yazardı. Ticaret mahkemesinde azâ mülazımı olarak çalıştı. Ana dili gibi Fransızca bilir, tercümeler yapardı. Yazma tutkusuyla içi yanıp kavrulan Hüseyin Rahmi, işi bırakarak tüm maddi ve manevi kazancını yazarlık üzerinden yapmaya karar verdi. İlk öyküsü “İstanbul’da Bir Frenk” Ceride-i Havadis gazetesinde yayımlandı. “Toplum için sanat” anlayışına sıkı sıkıya bağlıydı.

Hiç evlenmedi, evlenmeyi de istemedi.

“Eğer evlenmiş olsaydım, 45 romanımdan üçünü bile yazamazdım.”

“Evlenmedim, evlenmeyi de düşünmüyorum. Bekarlığın ceremesi kaç lira ise, çekmeye hazırım!” dedi. Ahmet Sevengil, Hüseyin Rahmi’yi anlatan bir kitabında şöyle bahsediyor: “Şimdiye kadar hiç evlenmemiştir. Bir gün sebebini sorduğum zaman önce sıkıldı. Çocukluğunda aralarında büyüdüğü eski İstanbul hanımlarından öğrenilmiş bir mahcubiyet edası ile kızardı, sonra galiba suali cevapsız bırakmış olmamak için gülümsedi: Yattığım odada başka nefes istemem, sinirlenirim; bunun içindir ki misafirlikte de kalamam, diye cevap verdi”.

"Günlük yaşama ayna tutan yazar" olarak anıldı. Defalarca izlediğimiz “Süt Kardeşler” filmi, bir Hüseyin Rahmi Gürpınar eseri olan 1913’te yazdığı “Gulyabani”den uyarlanmıştır. TDK’nin Türkçe sözlüğünde 546 örneği olduğu söylenir. Refik Ahmet Sevengil, Hüseyin Rahmi’yi anlattığı “Hüseyin Rahmi Gürpınar” adlı kitabında şöyle diyor: Çocukluğu eski İstanbul hanımları arasında geçmiş; aradaki yarım asırdan hayli fazla olan zamana rağmen o hayatının tesirlerini jestlerinde kuvvetle muhafaza ediyor. Güngörmüş, anâneye sadık, kibar bir İstanbul hanımefendisi gibi ekseriya ellerini ya dizlerinin üstünde ya göğsünün üstünde kavuşturarak oturur. Gülerken parmakları birbirine bitişik güzel bir siper haline gelen bir eli ile ağzını örter; kahkahaları küçük, sessiz ve kibardır. Dudaklarında sönen gülümsemesi, bir müddet de gözlerinde devam eder... Gayet iyi tentene örer, yastık işler, beyaz işi yapar...”

Kendisi gördüğümüz Türk edebiyatı yazarları arasında akılda kalacak, farklı bir konuma sahipti. Ardında sayısız kıymetli eser bırakıp Heybeliada’daki köşkünde belki de zamanının en özgür ve özgün kişisi olarak 79’unda hayat yolculuğu son buldu.

“Canım neler yapmak istiyor. Bana deli diyecekler diye korkuyorum. Akıllı olmak ne büyük ahmaklık, ne iç yakan bir sıkıntı yarabbi!” (Kuyruklu Yıldız Altında Bir İzdivaç)