İnsanı küçük duruma düşüren, basit bir konuma iten eylemlerin itibar gördüğü garip bir anlayış hakim. Kafamızı çevirdiğimiz, kulak verdiğimiz, bir şekilde rastladığımız her yerde kirli bir şeyler var gibi sanki. İşin kötüsü dünya günden güne biraz daha kirleniyor ve üzerimize bulaşmasını istemediğimiz bu kirden kaçabilecek pek bir yer de yok gibi. Fakat tam da şimdi aksini söylemek üzereyim. Durum sanki böyleymiş gibi görünse de var. Aslında her zaman bir kaçış ya da çıkış yolu var ama bu bir nevi bataklığa saplanma düzeyimizle alakalı. Daha doğrusu şöyle söylemeliyim: bilinçli olarak bataklığın civarında gezinmek, sonrasında yaklaşmakta bir sakınca görmemek ve en nihayetinde kaçınılmaz bir şekilde adım adım bataklığa gömülmek… Gayet makul bir silsile değil mi? Zincirin her bir halkası gayet yerli yerinde sanki, öyle değil mi? Peki, ama buna rağmen “kasıtlı bir şekilde bataklığa dalmak mantıklı” denebilir mi?


O halde belli ki uzak durmak kaçış yolumuz, olabildiğince uzak kalmak. Evet, belki de bir şekilde o civarda bulunmamız gerekecek, bir şekilde yolumuz kesişecek belki -tabii ki bunu bilemeyiz- ama olabildiğince uzak kalmak için çaba sarf etmeliyiz. Tüm gücümüzle azmetmeliyiz, elimizden geldiğince temiz kalmaya çalışmalıyız. Bahane üretmekten kaçınmalıyız, mazeretlere sığınmamalıyız. Büyük düşünmeliyiz, gerçekçi olmalıyız. İnsanlar tarafından kabul gören her şeyi olduğu gibi onaylamaktan geri durmalıyız. Gerekçe aramalıyız, bir farkımız olmalı. Herkes gibi olmamalı, herkese rağmen var olmalıyız.


Aslında adım adım bataklığa sürüklenmek bu, her adım ortada. Her bir adım gayet açık. Dolayısıyla da kirlendikten sonra öne sürdüğümüz mazeretlerde, uydurduğumuz bahanelerde gerçekçi, ciddi ya da samimi değiliz çoğu kez. Tam da bundan dolayı silkelenmeye ihtiyacımız var. Bir şeylerin farkına varmaya, ayağa kalkmaya ve aynaya yalancı gerekçelerimizden biraz uzaklaşarak bakmaya… Tabii aynada temiz bir yansıma ile karşılaşmak istiyorsak eğer…