BEN YOK OLAMAM!


Inner Flame (Bununla okuyunuz!)



“Yıllar önce bir köy de ufak bir kız yaşarmış. Bu kız tanrılara inanmaz ama bir şeyin onu koruduğunu bilirmiş. Onu koruyan şeyin ne olduğunu hiçbir zaman öğrenememiş ama her yaşamında ona içten içe teşekkür etmeyi de hiç ihmal etmemiş.”


Lisan yıllardır içinde bulunduğu tükenmişlik hissinin son durağına gelmişti. Bu hissin sebebi geçmişin karmaşıklığı mıydı yoksa geleceğin bilinmezliği miydi bunu kendi de bilmiyordu. Son günlerde neler yaşadığını hatırlamak da öyle büyük zorluk çekiyordu ki her bir parçada biraz daha canı yanıyordu. Ne yapmıştı? En son ne yemişti? Neredeydi şu anda? Nereden gelmişti? Nereye gidiyordu? Kimdi? Ne iş yapardı? Bunları neden hatırlamıyordu?


Boş bir levhaydı zihni. Hiç açılmamış bir defter vardı önünde. Matbaadan yeni çıkmış kimsenin el sürmediği bir de kitap. Yavaşça koltuğa oturdu. Elini şakaklarına getirerek yavaşça masaj yaptı. Başı ağrıyordu sanki ama ağrımıyor gibiydi. Her şey öyle karmaşık ve anlamsızdı ki. Bir süre daha orada öylece kaldı. Ellerini başının arasında, hiçbir şey düşünmeden. Hiçbir şey yapmadan, nefes almadan, sadece orada bir put gibi durdu. Yavaş yavaş çözüldü buzları. Yeniden nefes almaya başladı. “Benim adım Lisan. 24 yaşındayım. Gazeteciyim. Adımı kim koydu bilinmez. Herkes birbirine suç atıyor. Ama ben bu ismin Kalu belada konulduğunu düşünüyorum. Yani tüm ruhların toplandığı o yerde.” Eli deftere gitti. Sayfalarını çevirmeye başladı. Mavi bir defterdi. Polis kulübesine benziyordu. River Song’un defteri gibi. İçinde hiçbir şey yazmıyordu. Neden böyle bir defter almıştı ki? Ne yazması gerekiyordu?


Sonra eline kitabı aldı. Bir Adam Yaratmak. Sayfalarını çevirmeye başladı. Bir cümleye takılıp gitti. “Allahım, ben yok olamam! Her şey olurum, yok olamam.” Her şey olurum, yok olamam. Ne demekti şimdi bu? Her şey olurum, yok olamam. Okumaya devam etti. “Parça parça doğranabilirim. Nokta nokta lekelere dönebilirim. Tütün gibi kurutulabilir, ince ince kıyılır, bir çubuğa doldurulur, içilir, havaya savrulabilirim. Fakat yok olamam.” Hışımla ayağa kalktı. Cama yaklaştı. Yağan yağmura baktı. Usul usul yağıyordu. Kimseye zarar vermeden. Kimsenin canını acıtmadan. Camı araladı. Kaçıncı kattaydı? Buradan atlarsa ölür müydü? Zemin çok uzakta gözükmüyordu. En fazla üçüncü kattaydı. Düşse sakat kalırdı ama ölmezdi. Yağmurun esintisi saçlarını savurdu. Boynunun arasına girdi. Yavaş yavaş aşağıya indi, meme uçlarını gıdıkladı. Derin bir nefes aldı. Kitabın başına geri döndü.


“Razıyım bir kertenkele olayım. Kızgın yaz günlerinde bir bahçe duvarına tırmanayım. Tırnaklarımı tuğlalara geçireyim. Yeşil ve ıslak sırtımı güneşe vereyim. Fakat güneşle sırtım arasındaki öpüşmeyi duyayım. Tuğlaların incecik zerrelerini sayayım. Kovuklardaki böceklerin, bir boru içinden bakar gibi bana baktıklarını göreyim. Razıyım bir nokta olayım. Fakat o noktaya bütün kainat, bütün mevcudiyetle dolsun. Ben yok olamam. Ağlarım, tepinirim, çatlarım, çıldırırım, ölürüm, fakat yok olamam.”


Ne kadar anlamlı sözlerdi bunlar. Sanki benim için yazılmışlar. Sanki bütün bir yaşamımı anlatan, hatta geçmişimi geleceğimi birbirine bağlayan bu sözlerdi. Beni var eden. Benimle birlikte olan, yanımdan hiç ayrılmayan sözlerdi bunlar. Ey Tanrım! Ben yok olamam.


“Her şey senin olsun, vereyim, gökler, yıldızlar, gökteki samanyolu, ay, dünya vereyim. Fakat aklım bana kalsın! Aklım bana kalsın! Aklım!..”


Lisan son sözleri okuduktan sonra boşluğa uzun uzun yeniden bakmaya başladı. Sonra mırıldandı. “Aklım bana kalsın!” O zaman bir hükme vardı işte uyumalıydı. Uyursa her şey geçerdi. “Gecenin şerrinden Allah’a sığınırım.” Salondan çıktı. tam on bir adım attı. Yeni odasına girdi. Çift kişilik yatağına baktı. Üstündeki her şeyden kurtuldu. Yatağın içine girdi. Sırt üstü uzandı. Gözlerini kapattı. Yağmur hala usul usul yağıyordu. Kimseye zarar vermeden. Derin bir nefes aldı. Toprak kokusu. Bir gün hepimizin dönüşeceği balçık. Ben yok olamam!