Oscar Wilde. İsme dikkat edin lütfen çünkü isminin hakkını veren bir şair ve yazar ile karşı karşıyayız bu yazının içeriğinde. Eski İngilizce'de ''wilde'' olarak geçen kelime bugun ''vahşi, yabani'' anlamlarında kullandığımız ''wild'' sözcüğü aslında. Tabii bu kelimeyi sıfat olarak incelersek ''asi, çılgın, ehlileştirilmeyi reddeden'' anlamları ile karşılaşıyoruz ve işte tam bu yüzden Wilde'ı soy isminin hakkını veren kişi olarak tanımlayabiliriz, diye düşünüyorum. Dünya görüşü, sivri dili, sanata ve hayata yaklaşımları, moda algısı ve cinsel tercihleri ile kurulan düzende kendisini tüm farklılığıyla ifade etmeye çalışmıştır, ne yazık ki her toplumun farklı olanı dışladığı gibi o da kendi döneminde dışlanmış ve hak etmediği durumların içerisine atılmıştır. Bu yazıda orijinal adıyla ''The Picture of Dorian Gray'', Wilde'ın yayınladığı tek romanı konuşacağımız için Wilde hakkında biyografik detaylara girmeyeceğim fakat bu asi adama duyduğum hayranlığı belirtmek isterim ve sizlerin de ulaşabildiğiniz her kaynaktan Wilde hakkında okumalar yapmanızı öneririm. Son olarak da kitabı okuduğunuzu farz ederek birkac şey söylemeye çalışacağımı belirtmeliyim, okumadıysanız da lütfen daha fazla gecikmeden başlayınız sevgili okur.

 

Dorian Gray'in Portresi, her şeyden önce ana kahraman Dorian Gray ile Viktorya Dönemi normlarına bir başkaldırı olarak yorumlanabilir. Kimilerince hedonist, ahlaksız, sapık, sapkın karakterler ve düşünceler barındırması ile çağına bir gök taşı niteliğinde düşmüştür keza. Gray'in estetik ve genç kalma tutkusu ise günümüz güzellik standartları karşısında düştüğümüz halleri bize hatırlatır nitelikte.

 

Dostoyevski'nin ''Suç ve Ceza''sını okuduysanız bu kitapta da benzer vicdani sorgulamaları, maneviyat ve zeka çatışmasını fark edebilirsiniz. Bu eserde de Dorian Gray, Lord Henry ve Basil karakterleri arasında kalmış, ne yapacağını bilemeyen kişidir. Lord Henry, provakatif ve radikal karakteri ile şeytanı; Droian'ı Henry'den korumak istemesi, ondan uzaklaştırma çabaları ve Dorian'a bağlılığı ile de Basil, meleği sembolize eder basitçe. Dorian Gray arada kalmışlığı hatta belki de kültürel şizofreniyi sembolleştiriyor gibi gözükse de bana kalırsa Dorian Gray başkaldırıyı ve insanın değiştirilemez, saf özünü gösteriyor bizlere. Goethe'nin Faust'unun ruhunu şeytana satması gibi Dorian da gençlik ve güzellik için ruhunu şeytana satıyor, yani hazlarının peşinden giderek bir başkası olmayı reddederek korkusuzca şeytan ile anlaşma yapıyor. Tıpkı Wilde gibi Dorian da ikiyüzlülüğü reddediyor ve öz kalmaktan vazgeçmiyor. Hepimiz toplum normlarına uymak için, korktuğumuz için hazlarımızı dizginleyerek bir başkasıymışız gibi yaşamaya çalışıyoruz zaman zaman, bu da açıkça bizleri ikiyüzlü yapar ki Wilde da bunun en büyük ahlaksızlık olduğunu söyler. (He bu arada bir başkasına zarar verecek hazlarınız olduğunu düşünüyorsanız bunların haz değil, rahatsızlık olduğunu unutmamanızda fayda var.) Bir maske takarak, personalar oluştararak belli rollere girmeye çalışan iki arada bir derede sıkışmış karakterlere dönüşüyoruz, bu sebeple bence arada kalmış kişiler bizleriz, Dorian değil.


Kitapta ruhunu şeytana satan genç bir adam, ilk aşk, haz, cinsellik, korku, iyi ve kötü çatışması gibi birçok konuyu görüyoruz ve üzerine düşünülmesi gereken birçok noktaya dikkatleri çekiyor Wilde. Fakat bu büyüleyici anlatım ve detayların bulunduğu olay örgüsü, bize kitabın aynı zamanda neyi eleştirdiğini unutturmasın. Basil’in çizdiği portreye karşı ‘’ruhumun sırrını…. gösterdim’’ demesi gibi Wilde da bu eserinde söyleyemediği gerçekleri anlatmaya çalışmıştır. Baskıcı Viktorya dönemin İngiltere’sinin ahlak anlayışını sorgulayan yazar, kitaptaki karakter gelişimleri ile de dönemin toplum yapısında oluşturduğu tahribatları gözler önüne seriyor. Zaten kitap ve Wilde tam da bu yüzden. çok büyük şeyler anlattığı için linçleniyor, biliyorsunuz doğru söyleyeni dokuz köyden kovmak en büyük insani geleneklerimizden biridir. Aynı zamanda her ne kadar Lord Henry’yi antipatik, sinir bozucu bulsak da aslında Dorian’ı sorgulamalara iten kişinin o olduğunu unutmamalıyız, bizi sorgulamaya iten her unsur çok değerli. Peki L. H. doğru muydu? Buna Wilde’ın bakış açısı ile yaklaşırsak sanatta doğru ya da yanlış yoktur. Lord Henry’nin Dorian’ı bir çöküşe götürdüğünü düşünecek olursak da Lord Henry’ye haksızlık yapmayalım. Wilde’ın da anlatmak istediği gibi Dorian’ı toplumsal açıdan reddedilmesi ‘’ahlaksızlığa’’ ve nihayetinde öz yıkıma itti, tıpkı dönemin İngiltere’sinin iç yıkımı gibi.


Dönemi itibariyle yazılması cesaret isteyen bir kitap olmasının yanında, Dorian Gray’in Portresi can yakıcı gerçekleri ile okumak için de cesaret isteyen bir kitap. Yazıma James Joyce’un kitap için söylediği şu sözlerle son veriyorum:

‘’İnsanlar, Dorian Gray’in Portresi’ni okuduklarında kendi günahlarını görüyor. Ancak kitapta Dorian Gray’in günahının ne olduğunu kimse bilmiyor. Bu günahı, yalnızca günahı işleyenler fark ediyor.’’