Ay dönüp dururken Dünya'nın etrafında, yeryüzündeki her şey ve herkes de her gece onu izlerken, onunla aydınlanırken, o Güneş'e bakıyordu. Gözü hep onu arıyordu, onunla ısınıyor onunla aydınlanıyordu. Bir tarafı hep üşüyordu onu görmediği için, bu bir lanet gibiydi sanki, buna mahkumdu. Bir yanı hep mahrumdu ondan, ne kadar dönerse dönsün pervaneler gibi, bir türlü olmuyordu. Hele bir de onu görmesini engelleyen bazı gezegenler de araya girmiyor muydu bazen! Deli oluyordu! Tüm gücüyle içinden bir ışın gönderip hepsini patlatmak, parçalamak uzayın öbür ucuna fırlatmak istiyordu, bir an bile önünde engel olmasına katlanamıyordu.
Peki Güneş? Güneş'in çok gezegeni vardı sorumlu olduğu, hepsi ona bakıyordu. Hepsiyle ayrı ayrı ilgilenmesi, hepsini ısıtması gerekiyordu. Her birini belli bir yörüngede tutmak da kolay iş değildi. Koca bir sistemi aydınlatmak ve ısıtmak için cayır cayır yanmak çocuk oyuncağı mı? Değil tabii. Güneş de Ay'a karşı boş değildi elbet, en çok onu seviyor, en güzel tutulmaları onunla gerçekleştiriyordu. Bunların etkileri yeryüzünü, gökyüzünü derinden etkiliyordu.
Ay bir gün 4 buçuk milyar yıl önce başlayan bu ayrılığa daha fazla dayanamayacağına karar verdi. Artık çok üşüyordu, bir an önce yola çıkıp Güneş'e varmalıydı. Bulutlu bir gecede kimseye görünmeden ayrıldı Dünya'nın yörüngesinden ve Güneş'e doğru yol almaya başladı.
Yeryüzündekiler uyandığında herhangi bir şey fark etmediler, gece birkaç kişi Ay'ı göremedi ama dikkate almadı. Diğer gün dünyada bazı garip şeyler olmaya başladı. İnsanlar kimseye kızmamaya, bağırmamaya başladılar, bu güzel bir şeydi. Ardından ağlamamaya ve gülmemeye... Ardından da sadece korku duymaya başladılar. Korku ile bir kaos başladı. Artık herkes kendini düşünerek empati duymadan bir diğerine zarar verip birbirlerini kolaylıkla öldürmeye başlamıştı. Yerküre ise öfkeli bir şekilde titremeye başladı. Denizler yükseliyor, volkanlar hareketleniyor, fay hatları kırılıyordu.
Güneş "Dur," dedi Ay'a. "Daha fazla yaklaşma! Sen yeryüzünün annesisin. Onlara şefkati veren, iyiyi hissettiren sensin. Duygularını senden alırlar. Sen olmazsan zamanından önce yok olacaklar. Geri dönmen ve görevini yapman gerek."
"Ama," dedi Ay. "Ben çok yalnızım, hepsi sevdikleriyle birlikteyken ben seni uzaktan izlemek zorundayım. Bir karanlığın ortasında tek başımayım. Tek görevim senden aldığım ışıkla onlara ilham olmak."
"İlham her şeydir." dedi Güneş.
"Sen onların yanı başında olacaksın; barışı, sevgiyi senden öğreniyorlar. Sen onların dişil gücüsün. Onları dinlendiren, huzur veren, yaratıcı güçlerini açığa çıkaran, şefkat hissettirensin. Sen olmazsan yanarlar benim ateşimle. Sen dengeliyorsun her şeyi."
"Ama insanoğlu ben olsam da birçok kez kendilerini yok etti. Tekrar tekrar yaratıldı biliyorsun."
"Bu sefer başka." dedi Güneş. "Bu sefer son döngüdeyiz. Artık tek olana dönüyoruz. Seninle yükselecekler, bilinç sıçraması yaşayacaklar, sensiz yapamazlar, birkaç milyonu başlamıştı bile bizi hissetmeye, anlamaya; ötemizi görenler bile var. Onları tam da bu noktada bırakamazsın. Kavuşmayacağımızı mı sanıyorsun? Kavuşacağız. O güne kadar, ben buradayım, yanında olamasam da hep yanındayım, seninleyim, sendeyim."
"Bu haksızlık." dedi Ay yavaşça geri dönerken. Güneş gülümsedi onun bu çocuksu haline.
Ay'dan çok Güneş istiyordu esasen Ay'ına kavuşmayı ama Ay bunu hiç bilmedi. Hep en çok kendisi seviyor sandı.
On bin yıl geçti. Ardından bir bin yıl daha... Artık insanların Ay'ın duygularını yönetmesine ihtiyacı kalmadı. Her biri yüksek benliklerine ve ilahî planın son noktasına çoktan ulaşmıştı. Artık kaos yoktu, acı yoktu, acıya gerek yoktu. Testler, sınavlar, gözyaşları biteli çok olmuştu. Bütün evrenlerin canlıları birleştiler, huzurla yaşadılar.
Sonunda zaman tam da olduğu gibi o tek anda durdu, yavaş bir kalp atışı gibi büyük bir atışla birlikte Ay kendini Güneş'inde, ikisi birlikte kendilerini bir kalp atışı uzunluğundaki bir saniyede tüm evrenin bir araya toplandığı o ışık noktasında buldular. Bu tarif edilemezdi. Bu her şeyin sebebi ol"an"dı.