Uyarı: Okuyacağınız öyküde uyuşturucu madde kullanımı ile ilgili unsurlar bulunmaktadır.



Bazı anlar oluyor, manzaranın bir parçası olduğunu fark ediyorsun. Usta bir ressamın elinden çıkmış kadar büyüleyici hissediyorsun. Karşı koyamıyorsun, boşluğa poz veriyorsun. Renkler adeta kırılıyor üzerinde. Kendini dışarıdan görmek için çıldırıyorsun. Şu an böyle bir anın içerisindeyim. Hayal gücüm yetersiz kaldıkça bir çizgi daha çekiyorum. Bu ucuz pansiyonun aynalardan ibaret bir kutu olmasını isterdim. Kaçınılmaz bir şehvetle ilk sonbaharına soyunan ağaçların utangaçlığını, beyaz bir örtü ile göğüslerini ve kasıklarını kapatarak betimliyor Wisteria. Onu çıplak gözlerim ile seyretmek istemiyorum. Bu hiç ilgi çekici değil. Yansımasını seyretmek isterdim. Dokunduğumda tüylerinin şahlandığını, kaslarının kasıldığını, dudaklarını ısırdığını, gövdeme siyah tırnakları ile özgürlüğüne gün sayan bir mahkûm gibi çentikler attığını izlemek isterdim. Aynalardan gözümü ayırmadan sevişmek isterdim onunla. Sevişirken nasıl bir hayvana dönüştüğümü görmek isterdim. Anahtar deliğinden birilerini gizlice dikizlermiş gibi zevk alırdım. Şimdi ise sadece sabah olsun istiyorum. Bıyığımda kalan kar tanelerini topluyorum dilimin ucuyla. Uzun bir sessizliğin ardından Wisteria doğruldu.


—Savaş, biraz daha istiyorum.


Yüzümü ona çevirmeden sert bir şekilde cevap verdim.


—Olmaz!

—Lütfen, çok ihtiyacım var.

—Bokunu çıkarma Wisteria! Üç gramı yalan ettin. Geberip başıma kalacaksın.

—Ne olur, birazcık daha istiyorum.

—Lan bir kuruş para vermedin zaten amına koyayım! Yarın akşama kadar zararı çıkaramazsam Müco ağzıma sıçar!


Beni bu şekilde ikna edemeyeceğini anlayan Wisteria, kemerimi açmaya başladı. Arzuladığın şeye ulaşmak için tutku duymadığın bir eylemi gerçekleştirmek ne kadar aşağılıkça. İğrenerek bileğini tutup elini üzerimden attım. Wisteria iki elini yatağa sert bir şekilde vurarak tepkisini gösterdi. Ancak vazgeçmedi. Pazarlama uzmanı edasıyla sakinliğini koruyarak yeni bir yol denemeye başladı.


—Savaş, özür dilerim. Sabah babamı arar ve biraz para isterim. Hem zararın çıkmış olur. Lütfen birazcık daha ver.

—Hani babanla konuşmuyordun?

—Zor durumda olduğumu söylerim, gönderir. Hadi lütfen!

—Tamam. Ama sabah para gelmezse gidip telefonunu satacağız.

—Tamam, olur. Hadi ver!


Yavaşça doğruldum. Ayağı kalktım ve sandalyenin üzerine fırlattığım ceketimin iç cebinden bir paket çıkardım. Wisteria, saçından çıkardığı tokayı koluna geçirdi. Gözlerinde ölümsüzlüğü bulan bir simyacının parıltısı vardı. Paketi kucağına fırlattım. Fiskosun üzerindeki tatlı kaşığını eline aldı ve hazırlamaya başladı. Güzel bir anı paylaşamamanın burukluğu yüzüne yansıdı ve başını bana çevirdi.


—Sen neden denemiyorsun?

—Kafamda kurşuna bir yer açıldığı gün tetiğe basmayı düşünüyorum.

—Sen bilirsin.


Kaşığın içindeki asetik anhidriti, elindeki ikinci el şırıngaya doldurdu. Ardından iki parmağı ile koluna vurmaya başladı. Kolundaki siyaha çalan morluklar, her vurduğunda biraz daha dağılıyordu. Aleve verdiği ağaçta tutunacak dal arayan zavallılar gibi, kolunda sağlam kalmayı başarabilmiş bir damar arıyordu. Bulduğu gibi iğneyi saplayıp zehri boşalttı. Kolundaki tokayı gevşetti, iğneyi çıkardı. Şırınga, parmaklarının arasından kayıp düştü. Baza başlığına yaslandı ve ağır bir şekilde yastığa doğru kaymaya başladı. Küresel ısınmanın etkilerine çıplak gözlerimle şahit oluyordum. Wisteria sıvılaşmaya başladı. Yatağın üzerinde eriyişini izledim. Cennetten kovulmuş bir meleğin çaresizliğini andırıyordu. Bir insan kendine bu kötülüğü neden yapar ki? Ayağı kalktım. Bir sigara yaktım ve ceketimi giydim. Wisteria’nın telefonunu aldım. Hattını çıkarıp masanın üzerine bıraktım. Etraftaki eşyalarımı toplayıp cebime attım. Wisteria’ya yaklaşıp burnuna hafif bir öpücük kondurdum. Ayakkabılarımı giydim ve dışarı çıktım. Güneşin doğmasına çok az kalmıştı. Bol limonlu bir mercimek çorbası içmeliyim. Mideme iyi gelecek.