İlkbahar, Badem Ağacı ve Kelebek

 

İlkbaharda aşık olunca bunu ilk anlayan badem ağacı olurdu. Bir de üzerine tüy kadar hafif konan kelebekler... Çiçeklerinin beş çanak yaprağı kıpırdar, beş taç yaprağının ortasındaki tepecik; başların üzerindeki sapcıkları okşardı, baharda aşık olan yüreğinin onu okşadığı gibi... Baharın sonunda değil, ilkinde aşk daha bir aşk; titreyen beyaz yapraklarıyla ağacın bademi daha bir tatlı ve kelebekler her zamankinden daha zarifti. Aşkın devam etmesini ve buna bağlı umudu simgeleyen bir çiçekti badem ağacının çiçeği. Adam, mevsim sonbahara döndüğünde bunu bir ayrılık gecesi öğrenecekti. Sonbahar tek bir dal badem ağacı çiçeği bile bulabileceği bir mevsim değildi oysa. Eğer bir kadın, bir erkeğin sevdiği şehirde yaşıyorsa; o şehrin ışıksız dar sokakları da olsa, göz kamaştıran caddeleri de olsa o şehir o kadınla daha şehir, kadın da o şehirle daha kadındı ilkbaharda.


Heyecan dolu günlerle ikisinin de eli ayağına dolanmıştı. “Teşekkür mü edeyim sana?” diye sormuştu adam, "Sen kendin teşekkürsün," diye cevap vermişti kadın, eğilip tüm kalbiyle öpmüştü onu. Bu mevsim bir kadın varlığını bir adama adamıştı.


İlkbaharda badem ağacının altında aşk daha bir aşktı ya, titreyen kalplerini kelebeklere açmışlardı ya, hani olur da bir gün ispat etmek gerekirse onlar anlatırlardı olanları derken en büyük hataları, bir kelebeğin ömrünün en fazla otuz gün olduğunu bilmiyorlardı.


“Bahar geldi.” dedi adam.


“Sen dönünce,” dedi kadın. Derin bir nefes aldıktan sonra, “İlkbaharda aşk senin adın,” diye geçirdi içinden ama söylemedi. Çok kırgındı. Anlayan olmadı.


“Uçurumlar…” dedi adam.


“Gitmeseydin açılmazdı.” dedi kadın boynunu eğerken. “Sitem dolu bu sözler bahara yakışmıyor, badem ağacının ne suçu var ona ayıp oluyor ve kelebekler kanatları ufalanmasın diye susuyorum.” demeye çalıştı ama sesi kısılmıştı.


“Çantanda ne var?” diye sordu adam,


“Özlem,” dedi kadın. “Beni bir daha bırakıp gitme…” diye fısıldadı ardından. Yaz geliyordu. Tüm kırgınlıkları geride bırakıp kendilerini Akdeniz’in güvenli mavi kollarına bırakacakları, güneşi denizin içinde sevişirken batıracakları, badem çiçeklerinin meyvesini yiyecekleri ve en fazla 30 günlük ömrü olan kelebeklerin ölüm günleri yaklaşmaktaydı.


İlkbahara yakışır bir aşk yeniden alevlenmiş dünyanın en güzel gökyüzünde, yıldızların altında öpüşerek ve buldukları her fırsatta birbirlerine sarılarak geçirmişlerdi o unutulmaz üç ayı.