Yaz, Kum zambağı ve İyot


Aşk, yazın anlamsız delilikler yaptıracak kadar sıcak, uyku kaçıracak kadar acı ve kanatlanıp uçacakmış gibi de büyüleyebiliyordu insanı. Seviştikçe susuyor, susadıkça daha çok sevişiyorlardı. Bütün yaz fırsatını buldukları her an, kimse görmeden, duymadan deli gibi sevişmişlerdi. Her sevişme sonrası kum zambakları açıyordu baktıkları her yerde.


“Hani bunların soyu tükeniyordu sözde?” diye sordu adam alay ederek. Kadın gerçekten de soyu tükenmeye yüz tutmuş bu zarif çiçek için, “İlaç yapımında da kullanıyorlar onu. Biliyor muydun?” diye sordu adama. “Prenses 'Pancratium Maritumum' Kuzey Afrika’ya gitmek için yola çıktığında gemisinin su ihtiyacını karşılamak üzere bizim sahillerimizden birine yaklaşmış. Onun güzelliğini kıskanan aşk ve güzellik tanrıçamız Afrodit'in bilerek ve isteyerek çıkardığı fırtına, güzel prensesin gemisini batırmış. Prenses yüzerek kıyıya çıkmış. Afrodit bu kez doğaüstü güçlerini kullanarak onu beyaz bir kayaya dönüştürmüş. Her yaz beyaz çiçekler açan kum zambakları, Afrodit’in beyaz kayaya döndürdüğü prensesin halen yaşadığını hissettirirmiş...”


Herkesin kendi gecesine çekilme vakti geldiğinde “Şimdi nereye?” diye sordu adam, “Yıldızlara.” dedi kadın. Ertesi gün gecikecek olursa “Nerede kaldın?” diye soracaktı. Muhtemelen “Söylenmemiş sözlerinde.” diyecekti kadın. Konuşmadıkları, söylenmesi gereken sözcükler kadının en zor günlerinde adamın bir gün bile yanında olmamasıyla hızla yaklaşmaktaydı.


“Benim her şeyim fazladır.” dedi kadın yaz sonu. Her ilkbahar tekrar tekrar kırılıp onardığı yüreğine sarılmaktan başka çaresi yoktu. Adamın öfkesi, gururu ve kibri hiçbir mevsime yakışmayacak kadar onun sevgisinden fazlaydı. Kış, en sert rüzgarıyla ot ve ovayı konuşturacak kadın, yazdan kalma gecikmiş bir özrü affetmeyecekti.