“Beyler, burada kavga edemezsiniz! Burası savaş odası.”


Film bittiğinde yaptığım ilk şey, böyle bir filmi neden daha önce izlememişim diye kendimi sorgulamak oldu. Ancak sonradan tam da doğru zamanda izlediğimi fark ettim. Uzun zamandır bu eleştiriyi yapmak, tabiri caizse haykırmak, istediğim bir dönemde izlediğim için çok şanslı olduğumu fark ettim. Daha önce veya sonra izlesem belki bu kadar beğenmez ve dikkate almazdım sanırım. Uzun zamandır haykırmak istediğiniz bir şeyi, usta bir hikaye anlatıcısının çok eğlenceli ve nokta atışı bir şekilde yaptığını düşünün. 'Arınma' bu değil de nedir. 


Filmin genelinde beni en çok etkileyen şey; Kubrick’in askerler, politikacılar ve bürokratlar gibi, birçok başka insanın yaşamı üzerinde bir nevi söz sahibi olan kişilerin tabiatını çok iyi yansıtabilmiş olmasıdır. Filmde yaşanan olayların, savaşın, alınan kararların keyfiyetinin, ve son derece önemli bir toplantıda yapılan davranışların basitliğinin ve rahatlığının böyle bir anlatımla verilebilmesinin, ancak son derece yüksek bir gözlemin ürünü olabileceğini düşünüyorum. Yani milyonlarca kişinin hayatını, yaşamını ve yaşam tarzını etkileyecek her bir toplantıda, hava kuvvetleri komutanının sevgilisiyle yaşadığı gibi absürt bir konuşma yaşandığına ben neredeyse eminim diyebilirim. Filmdeki bu ironik noktalar, belirli bir yerden sonra can sıkıcı şekilde adeta bir gerçeklik yansımasına dönüşüyor.


Kubrick’in filmde ideolojik bir taraf tutmayıp filmi siyasi bir eleştiriden çok; genel olarak insana, savaşa, bürokrasiye ve ‘üst’ makamlardaki keyfiyete bir eleştiri olarak sunması filmi zamanının çok ötesine taşımış. Coca-Cola makinesi sekansı ve Rus elçinin; çamaşır makinesi ve çorap gibi halkın başlıca isteği ve ihtiyacı olan şeyler yerine, bütçe kararından dolayı ‘Kıyamet Günü Bombası‘nı yaptıklarını ciddi ciddi anlatmasıyla, iki ülkenin de ideolojisinin ve yapılanmasının ülkedeki karar vericiler üzerinde ne denli etkisi olduğunu, ve bu ideolojilerin çok basit durumlarda bile insanı ne kadar mantıksız kararlar almaya itebileceği başarıyla gösterilmiş.


Kubrick’in bu aynı eleştiriyi farklı farklı ve çok akıllıca oluşturduğu durumlarla, her seferinde bu derecede insanı rahatlatan ve yine her seferinde acı bir şekilde, 'üst' makamlarca alınan büyük kararların gerçekten de filmdekine benzer süreçlerden geçip dünyayı ne denli etkileyebileceğini gösterir şekilde kurabilmiş olmasına ustalık değil de ne denir.


Aslında insan doğasında bulunan, özellikle de asker gibi dürtüsel hareket etmeye meyilli insanlarda, alınan çok basit ve gerçekte tamamen içgüdüsel kararları, tam tabiriyle ahmakça ve kişinin kendisine göre 'rasyonel' olan argümanlara yaslamaya çalışması, üs komutanı Ripper ile yüzbaşı arasındaki konuşmalarla çok güzel eleştirilmiş. Ayrıca o sahnelerde üs komutanının argümanını anlatma şekline çok eğlendiğimi de söylemeliyim. “Komünistlerin votkadan başka bir şey içtiğini gördün mü?" ve “Bir komünist iyi bir sebebi yoksa asla su içmez” gibi diyaloglar ve yüzbaşının bunlara tepkisi oldukça gülünçtü.


Her ne kadar Dr. Strangelove filmin en parlak karakteri olmasa da filmin isminin seçimi tabii ki bilinçli bir tercih. Üs komutanının verdiği saldırı kararını yaşadığı cinsel bir problem sonrası düşündüğü garip bir teori sonucu alması, atom bombasını düştüğü esnadaki malum fallik sahne, yine hava kuvvetleri komutanının yataktan gelip vücut diliyle neredeyse hala erekte bir haldeymiş gibi tavırlar sergileyerek, muhtemelen milyonlarca insanın öleceği bir savaşı önleyebilecekken kendinden emin bir şekilde geri adım atmak ve attırmak istememesi, uçak sahnelerinde arkada romantik şarkılar çalmasıyla savaşın ve savaş aletlerinin adeta kullanıcıları için erotik bir imgeye dönüştüğünün hissettirilmesi gibi olayların; ve olası bir acil durumda hava askerlerinin hayatta kalma kitine prezervatif, ve hatta ruj, koyulacak kafaya dahi sahip bir ortamın olduğu; ve savaş ile cinselliğin bu kadar iç içe geçtiği bir dünyada böyle bir filme 'Garip Aşk'tan başka bir isim bu kadar yakışmazdı sanıyorum. 


Filmin sonunda bürokratlar; muazzam derecede yıkıcı bir olaydan sonra bile yiten canlara, dünya yaşamının tamamen değişeceğine üzülmektense, adeta zaman kaybetmeden, hiçbir şey olmamış gibi hala askeri ve siyasi olarak rakiplerinden üstün olmak için strateji geliştirmeye başlıyorlar. Burada yine politikacıların ve askerlerin temsil ettikleri halklardan çok, aslında sadece kendilerini, kendi imajlarını ve dolayısıyla temsil ettikleri kurumların imajlarını düşünmeleri de can sıkıcı derecede gerçek bir nokta. Aslına bakarsanız da bu sonuçla, karakterlerin endişelenmeyi bırakıp bombayı sevmeyi öğrenmelerinden çok, bence filmin tamamı boyunca bombayı sevmeye zaten eğilimleri olan, bombayı içten içe seven, bir nevi de bomba içerisinde yaşayan kişileri izliyoruz.


Peter Sellers'ın üç farklı karakteri harika biçimde oynayışı, Amerika başkanının hafif sarhoş Rusya başkanıyla yaptığı telefon görüşmeleri, Rus elçi ile hava kuvvetleri komutanı arasındaki kavga ve George C. Scott'ın gülünç oyunculuğu ile mimikleri gibi filmdeki daha birçok şey de, aslında oldukça önemli ve ciddi eleştirilerin olduğu bir film içerisinde beni oldukça eğlendiren noktalardı. Ayrıca Dr. Strangelove, birçok filmi tekrar tekrar izlemiş olsam da, ilk izleyişimin ardından çok beğendiğim için birkaç gün içerisinde tekrar izlediğim ilk film oldu sanıyorum.


10/10