Ben senin için güzel bir keman sesinden başka bir şey değilim. Nasıl ki sen de benim için tatlı bir yaz rüyasından ibaretsin… Bu sevda değil Kınalı Yapıncak. Biraz ince bir gönül eğlencesi, bir heyecan oyuncağı… Bunda hiçbirimizin kastı, günahı yok.
Kışın yaklaştığını, ayrılığın yaklaştığını düşündükçe üzülüyorsun, gözlerin muzdarip bir korku ile doluyor. Benim zavallı Kınalı Yapıncak’ım… Bilmelisin ki, bu geçici yaz sergüzeştine bütün güzelliğini, bütün tadını veren yakında ayrılmak, belki artık birbirimizi hiç görememek kanaatinden başka bir şey değil.
Sevdayı size kalpte doğup ölen bir şey diye öğretiyorlar Kınalı Yapıncak. Ne fena, ne yanlış bir fikir. Sevdanın kalple hiçbir alakası yok. Sevda yalnız dudaklarda doğup yaşadıkça bir saadet olur. Onun dudaktan kalbe zehir gibi işlemesine meydan vermemeli. Ben çiçeklere “toprağın sevdası” derim Kınalı Yapıncak. Onlar da toprağın dudağında birer buse olarak açılıp sönüyorlar. Hangisi toprağın kalbine inmeyi düşünüyor?
Biz birbirimizi sevmiyoruz Lamia, bana inan küçüğüm…

*Hayatın mağlubu Hüseyin Kenan’ın müthiş başlayan kariyerinin hafife aldığı aşk uğruna acımasız bir sonla bitişini anlatan eşsiz bir roman. Alaycı gözüyle baktığı sevdanın yalnızca dudaklarda başlayıp bittiğini, bir zehir olup kalbe inmemesini söyleyen ancak en çok kendini zehirleyen, cesaretsizliği ve korkaklığı sebebiyle açık kurşuni mehtap içinde hayata veda eden Kenan ve onun gerçek sevdası masum, çiçek kadar narin Lamia’nın hikâyesi. Bu roman imkansız bir aşk hikâyesini değil, derin sevdaları beceremeyen, büyük ihtirasların mağlubu Kenan’ın hikâyesi. Her romanı başka güzel ancak Reşat Nuri’nin bu eserinin bendeki yeri bambaşka. Tavsiyemdir, keyifli okumalar.