Boğazında düğümlenen o küçük düğüm büyür büyüdükçe kemiklerinden bulur yolunu, akar kalbine. Şakaklarına sürülmüş siyah boyalardan sorumludur aklın, sahip olamadıklarına dair... Küçük, küçücük kafataslarına sığdırılmış yüz bin küsür farklı dünyanın yüz bin küsür farklı noktasında var eder kendini hayallerin. Saçıma tutturduğum tokanın dokunuşları ve sakallarına ulaşmak isteyen parmak uçlarımın çığlıkları. Kat be kat giyinsen bile ısıtamayacağım kalbinin duvarlarına, buz tutmuş parmak uçlarımın birkaç dokunuşu himayesinde aklımın en ücra köşelerinde yalnızca bir kez duyumsadığım kokuna eşlik eden vals... Ve her gülüşünde kıvrılan dudak kenarında biriktirdiğin acılarından öpen görünmez buselerim. Kaçırmadım ki ben aklımı, uyum sağlayamadığı her bir uzvun acısı çıkmasın diye biraz geride bıraktım, kurtuldum ondan. Dudak çatlaklarında dolan saklı gözyaşlarının beni cüretkar çağırışları, seni izlemek için hep daha çok itti beni. Ezbere bilmek istediğim yüz hatlarını unutacağım korkusu, perde indirdi en hüzünlü pencerelere. Geçtiğim yollara vuran ay ışığının sen olduğunu bilseydim, daha çok buz tutmasını sağlardım parmak uçlarımın. Buz duvarların altındaki sıcaklığa dokunamazdım, iz kalmasından korkardım. O sıcaklığa bırakılan her acıyı tutmak isterdim en ağır köşelerinden. Ve siyahta boğulmak isterken, siyaha boğuluyorum ben. Acılarının altında ezilmek isterken, acılarına eziliyorum ben. Şimdi, dur ve kafanı kaldır yakamoz karşısında, daha hızlı daha da hızlı... Ve örümceklerin yetişemeyeceği kadar yukarı. İçinde karbonat olmayan keklerin en gizli tarifleri kadar tatlı.