Faşizm Nedir?


Uzun bir aradan, oldukça yoğun bir dönemden sonra tekrar oturdum klavyemin başına. Bu sefer, üzerinde çokça yazılmış-çizilmiş olan bir konu hakkında daha kapsamlı bir makalem var. Herkesin en azından ismini duyduğu bir konu olan faşizm. Aynı zamanda lisans programım kapsamında okula yollamış olduğum bu makalemde daha çok, ırkçılık ve insan hakları konusunda önemli çalışmaları olan değerli yazarlardan ve öğretim görevlilerinden destek aldım.



Temel Olarak Faşizm Nereden Geliyor?


İtalyanca fasces sözcüğünden gelen faşizm sözcüğü, tarihsel olarak Roma İmparatorluğu döneminde, imparatora ait kamçı demetine verilen bir isim olup onun buyruğundan sonra, bu demetin yere vurulmasıyla imparatorun buyruklarının yasalaşma süreci tamamlanmaktaydı. Kullanılan bu fasces aracı, aynı zamanda imparatorluğun bütünlük ve gücünü de temsil etmesi açısından, halkın imparatora itaat etmesi bağlamında imparatora sembolik bir güç de vermekteydi. (1)


Görülebileceği gibi temel olarak yüzyıllar öncesinden kaynağını alan bu düşünce, Birinci ve İkinci Dünya Savaşları öncesinde özellikle kalkınmış ve gelişmesini tamamlamış devletlerde, uzun süreçler sonucu insanların elde ettiği haklara ve daha demokratik bir sistemin başlamasına rağmen, Birinci Dünya Savaşı sonralarında bu ortam bozulmaya ve değişen Yeni Dünya düzeninde daha sağlam bir otorite kurmak isteyen devlet adamları tarafından daha otoriter bir sistem devam etti.


Faşizm ideolojisini tanımlayacak olursak devlet liderlerinin demokratik anlayış yerine daha aşırı bir ulusçu ve baskı düzeni kurmayı amaçlayan, Komünist görüş karşıtı olan ve totaliter siyaseti savunan bir görüştür. Faşist ideolojide devlet her şeyden daha ön plandadır. Buradan hareketle genellikle sağcı otoriter tek parti rejimlerine verilen ad olan faşizm, günümüzde devlet yönetimindeki totaliter bir diktatörlük rejimi anlamını taşıyan bir kavrama dönüşmüştür.

Daha çok emperyalist ve etnik genişlemeyi, ırk üstünlüğünü ve soykırımı teşvik eden faşizm genellikle erkek üstünlüğünü açıkça savunsa da bazen kendi grubundaki kadınlara da dayanışma vadetmektedir. Ancak bu noktada bile halkın her kesimi keskin bir kontrol ve totalitaryan bir devlet aracılığıyla otorite altına alınmak istenmektedir. (2)

Devletin tek hâkiminin sadece yönetici grubun olduğu faşizmde alınan kararlar tamamen bu kesimin iradesiyle gerçekleşmektedir. Halka dayatılmak istenen düşünce ve uygulamalardan farklı olan her türlü fikir ve düşünceler baskıcı yöntemler kullanılarak susturulmaya çalışılmaktadır. Yani halkın, yönetim üstündeki hakları ve eleştirileri dikkate alınmamaktadır. Toplumu şekillendirmek için şiddet ve baskı, bu dönem öncesindeki diğer devrimci düşünceler tarafından da kullanılmış yöntemlerdendir. Ancak faşizmin getirdiği bu aşırı otoriter uygulamalarla o dönemin iki önemli ideolojisi olan liberalizm ve sosyalizmden tamamen ayrılmıştır. (3)



Faşist Hareketlerin Ortak Özelliği


Yayılmacılık, hükmetme ve etnik genişleme fikirlerinin harmanlandığı, faşizm ideolojisinin altın çağını yaşadığı yirminci yüzyılda, birçok devlette faşist ideolojiye sahip rejimler oluşturulmuştur. Hitler’in Almanya’sı, Mussolini’nin İtalya’sı, Franco’nun İspanya’sı, Suharto’nun Endonezya’sı, Pinochet’nin Şili’si gibi. Her biri farklı coğrafyalarda yer almasına ve farklı kültürel-etnik özelliklere sahip olmalarına karşın hepsinde bir takım ortak faşist özellikler mevcuttur. Siyaset bilimci Dr. Lawrence Britt, yirminci yüzyılın gördüğü en tipik faşist devlet rejimlerini inceleyerek faşizmin 14 karakteristik özelliğini tespit etmiştir.

Britt’in bu üzerinde çok durulan ve Umberto Eco’nun bir yazısından fazlaca esinlendiği söylenen ünlü makalesi "Yeni Başlayanlar İçin 14 Derste Faşizm"inden (4) yola çıkarak bu faşizm hareketinin ana hatları şu şekilde sıralanabilir:


1. Sağlam temele oturtulmuş ve sürekliliği olan bir milliyetçilik:

Faşist rejimlerde devletler, sürekli olarak vatansever söylemler, sloganlar, semboller, marşlar kullanma eğilimindedir. Planlanan uygulamalarda vatanı ve etnik benliği öne çıkararak, bunu halka benimsetmeye çalışılmaktadır.


2. Rejimin insan haklarını görmezden gelmesi ve aşağılaması:

Faşist rejim ile yönetilen toplumlar, bu rejimi uygulayanlar tarafından, ‘ihtiyaç’ gereği belirli durumlarda insan haklarının göz ardı edilebileceğine ikna edilmektedirler. Gösterilen çeşitli sebeplerle dayatılan, el koyma, işkence, yargısız infaz, siyasal suikast, uzun süreli gözaltı gibi uygulamalara karşı toplum bireyleri duruma karşı kayıtsız kalarak kimi zaman bu uygulamaları kabullenmektedirler.


3. Düşman ve karşıt ideolojilere sahip ulusların birleştirici bir neden olarak tanımlanması:

Irksal, etnik ya da dinsel azınlıklar, liberaller, komünistler, sosyalistler ve bunların sahip oldukları basın-yayın organları, teröristler düşman tanımının içinde yer almaktadırlar. Ülkenin bütünlüğüne ve rejimin devamlılığına karşı tehlike oluşturan her türlü oluşuma karşı bir cephe alınmaktadır. Ülkenin güvenliğini ve bütünlüğünü tehdit eden düşmanın ortadan kaldırılması için toplumun kalabalıklar halinde sokaklara dökülmesi ve bu ruhu yaşatmaları istenmektedir.


4. Askeri güvenlik ve silahlanma konularına aşırı önem verilmesi:

Sosyal, sağlık veya kültürel sorunlar var olmasına karşın, orduya yönetim bütçesinden aşırı miktarda bir fon ayırılmakta ve diğer toplumsal sorunlar göz ardı edilmektedir. Askerlik statüsü ve ordu birimi olabildiğince yüceltilmektedir. Devlet uğruna ölüm, bir şeref gösterilmektedir.


5. Şiddetli bir cinsel ayrım ve eşcinsellik karşıtlığı:

Faşist rejim yönetimine sahip ulusların çoğunda tam bir erkek egemenliği yönelimi vardır. Faşist rejimlerde, erkek ve kadın ayrımına özellikle dikkat çekilmiş ve geleneksel cinsiyet rolleri daha katı hale getirilmiştir. Aynı zamanda kürtaj karşıtlığı ve homofobinin altı çizilerek, aksi durumda davranışlara karşı yönetim tarafından katı bir yaptırım uygulanmıştır.


6. Hükümetin medya araçlarını kontrol altına alması:

Özellikle savaş ve kriz dönemlerinde sansür, gazeteyi basıma kapatma, medyayı hükümet lehine kullanma oldukça yaygındır. Çoğunlukla medya, hükümet tarafından direkt olarak kontrol edilirken bazı durumlarda yürürlükteki mevzuatlara uygun bulunmaması gerekçesiyle, toplumda sözü geçen medya temsilcileri ya da yöneticileri tarafından da kontrol edilmektedir.


7. Ulusal güvenlik konusunda halka uygulanan algı yönetimi:

Hükümetin benimsediği genel politika gereği halka benimsetilmeye çalışılan, diğer ırklara ve düşman olarak nitelendirilen diğer unsurlara karşı birlik olma bilinci, hükümetin “korku” aracını kullanmasıyla beraber birleşerek kitleler üzerinde bir harekete geçirici etki oluşturmaktadır.


8. Yönetim kolaylığı için dinin kullanılması:

Dinin toplumlar arası birleştirici gücünün farkında olan faşist yönetimler, toplum tarafından en çok benimsenen dini, toplum içinde karşılaşılan sorunları çözmede bir araç olarak kullanmaktadırlar. Zaman zaman dini kurallar veya tanımlamalar, hükümet politikalarına ve uygulamalarına tamamen zıt olsa dahi, hükümetler birtakım uyumlaştırma ve algı yönetimi sonucu bu aracı yaygın olarak kullanmışlardır.


9. Özel sektörün sürekli güçlenmesi:

Daha çok merkez ülkelerde yükselen faşist rejimlerde, sanayi ve ticaret burjuvazisi ile bankerler genelde hükümet liderlerini yönetime getirenlerdir. Böylece birtakım ticari ve siyasi ayrıcalıklara sahip olan bu burjuva sınıfı gücünün istikrarını sağlamaktadır. Hükümetle iş dünyası arasında karşılıklı çıkara dayalı bir ilişki kurulmakta ve iktidara yandaş bir iş insanları gurubu yaratılmaktadır.


10. İşçi sınıfının baskı altına alınması:

Faşist rejimlere karşı en büyük düşmanlardan biri işçi sınıfı ve onların hükümet karşıtı faaliyetleri olduğu için, işçi sendikaları ya tamamen etkisiz hale getirilmekte ya da şiddetle baskı altına alınmaktadırlar.


11. Sanatın, akademisyen ve aydınların aşağılanması:

Faşist rejimler, sanatta ifade özgürlüğünü kendilerine tehlike olarak görerek sanatta rejim karşıtı ve halkı harekete geçirici her türlü imgeye karşı çıkmaktadırlar. Bu nedenle genellikle sanata bütçe ayırmayı reddetmektedirler. Faşist rejimler, yükseköğrenim ve akademiye karşı açık bir düşmanlığı körüklemektedirler. Gazeteci, profesör ve diğer akademisyenlerin sansüre uğraması, hatta tutuklanması yaygındır.


12. Suç ve cezalandırma ile baskı altına alma:

Faşist rejimlerde, polislere faşist kanunları uygulamaları için tam yetki verilmektedir. Zaman içinde halk, polisin görevini gerektiği gibi kullanmamasına bile göz yummaya ve vatan uğruna kendi özgürlük ve haklarından feragat etmeye razı olmaktadırlar. Faşist uluslarda, sınırsız güce sahip ulusal bir polis kuvveti özellikle eylem ve protesto faaliyetlerinde, işçi hareketlerinin bastırılmasında kullanılmaktadır.


13. Rüşvet, insan kayırma ve yozlaşmanın artması:

Faşist rejimler neredeyse her zaman, yönetici olarak kendi ideolojisine taraf olan ve yapılacaklara göz yumacak olan kişileri seçmektedirler. Böylece hükümetin güç ve otoritesi korunarak, hukuka aykırı eylemlerde ve işlemlerde bu eylemleri gerçekleştirenleri hesap vermekten kurtaracak bir müttefikler grubu oluşturulmaktadır. Ülkenin kaynaklarının ve hazinesinin gereksiz konular için tahsis edilmesi ya da bunların hükümet liderleri tarafından açık bir şekilde kendi menfaatleri doğrultusunda kullanılması, faşist ideoloji uğrunda harcanması faşist rejimlerde sık rastlanan bir durumdur.


14. Hileli seçimler:

Seçim konularında oldukça baskıcı olan bu rejimde, genelde seçimlere yer verilmemekle beraber faşist uluslardaki seçimler kimi zaman tamamen göstermelik yapılmaktadır. Seçimlerde, karşıt gruplara yönelik karalama kampanyaları düzenlenmekte, hatta muhalefet adaylarının öldürülmesi, seçmen oylarının ve seçim bölgelerinin kontrolü için yasama kurumlarının alet edilmesi ve medyanın algı operasyonları gölgesinde yapılmaktadır.

Faşizmin bu genel özelliklerine bakıldığında kendisini oluşturan etmenler olarak hala netlik kazanamayan noktalar mevcuttur. Faşizme kaynaklık eden, milliyetçilik fikrinin despotluğa kayan ‘yanlış’ algılanması mı yoksa geçmişe dayalı bir otoriter kültürün etkisi mi olduğu hala tartışılmaktadır. (5)



Tarihte Faşizm ve Gelişimi


Milliyetçilik anlayışının da temeli sayılabilecek on sekizinci ve on dokuzuncu yüzyıllardaki Herder ve Fichte’nin tarihsici akım kapsamında açıkladığı “otantiklik” anlayışı ve Rousseau’nun “genel irade” ile “vatandaşlık” kavramları ile bir bütün olarak devleti ön plana çıkarması faşizmin ortaya çıkmasına sebep olduğu söylenebilir. (6) Herder’e göre toplumları doğa yaratmıştır, milletlerin birbirine karıştırılması doğaya aykırıdır. Bu noktada Fichte de otantiklik arayışına katılmaktadır. Fichte’ye göre dil, milli ruhu yansıtmaktadır; dolayısıyla dili yabancı kelimelerden temizlemek, milli ruhu yabancı etkilerden korumak anlamına gelmektedir. On dokuzuncu yüzyıl sonlarına yaklaştıkça milliyetçilik fikirlerinin siyasi hayatta daha da etkisini göstermesi ile Avrupa coğrafyasında imparatorluk rejiminin sallantıya geçtiğini görülmektedir.

Hâkimiyetin yeni sahibi olan bu özgürlükçü halk gruplarının tanımlanması gerekiyordu ve bazı akımlar dil, kültür ve bazıları da kan temeline oturtulmuş bir ulus anlayışını savundular. Bu anlayış, 19. yüzyılda Almanya’da “Volkisch” hareketinin temelini oluştururken 20. yüzyılda İtalya’da “yayılmacılık” fikri ve nihayet “faşizm” biçiminde kendini ifade etmiştir. (7)



Faşizmin İtalya Örneği


İtalya’da faşizmin kurucusu olan Ulusal Faşist Partisi, 1921 seçimlerinde güçlenmeye başlamıştır. Partinin gücünün ve üye sayısının artmasında liberal bloğun gerilemesi, politikacılar arasındaki çekişmeler ve sık hükümet bunalımları etkili olmuştur. Böylece gittikçe bir kitle hareketine dönüşen faşist harekette taraftarları arasında varlıklı zenginler, küçük burjuvalar ve orta sınıf burjuvalar da bulunmaktaydı. Ulusal Faşist Parti’nin kurucusu ve lideri olan İtalyan politikacı Benito Mussolini’nin cesareti giderek artmış ve Ekim 1922’de faşistlerin Roma’ya yürüyeceğini ilan etmiştir. Bu hareket polis ve askerler tarafından engellenmediği gibi destek görmüş; Kral, partinin başkanı Mussolini’yi başbakanlığa tayin etmiştir. İktidara geldikten sonra devletin hızla “faşistleştirilmesi” sürecine girişen Mussolini ve partisi, 1926 yılında diğer karşıt ideolojiyi benimseyen tüm milletvekillerinin milletvekilliklerini iptal etmiştir. (8) Ayrıca Mussolini 1925’te Sosyalist Parti’yi ve faşizm karşıtı tüm örgütleri yasaklamış, kendi lider tarzıyla diğer faşist diktatörlükler için bir model kurmuştur. Kendini Duce, yani lider olarak adlandırmaktaydı. (9) Faşizm ideolojisini yirminci yüzyılın en geçerli ideoloji olarak gören Mussolini, çeşitli propagandalar ve planlar yaparak bu konuda medyayı araç olarak kullanmıştır.


Özellikle 1942–1945 yıllarında Mussolini’nin kurduğu bu rejimde faşizm, İtalya’da geniş bir uygulama alanı bulmuştur. Bu rejim, sosyalizme ve özellikle marksizme karşı bir tepki olarak doğmuştur. Mussolini’nin faşist ideolojiyi temel alarak benimsediği devlet görüşü ve uygulamaları onun söylediği şu tek cümleden anlaşılabilmektedir:


“Devlete karşı hiçbir şey olmaz. Devletin dışında hiçbir şey olmaz.”


Devletçilik anlayışı, demokratik siyasal sisteme aykırı bir düşünce olan faşizmin temelini oluşturmaktadır. Devletin üstünde hiçbir kuvvet yoktur. Düşünür Herder, Fichte ve Rousseau dışında, felsefi görüş olarak Georges Sorel’in şiddet doktrininden (10) ve milliyetçilik görüşü olarak da Charles Maurros ve D’annunzio’nun görüşlerinden de etkilenen faşizmin, özellikle orduya ve aşırı silahlanmaya önem vermesi, din ve ahlaka değer vermesi, nüfus çoğalmasına çalışması, dışa göçün kısıtlanması ve güçlü bir milli ekonomi oluşturma gibi prensipleri vardır. İnsanın değeri ve hakları devlet içinde bulundukça önem taşır. Hem Almanya’da hem de İtalya’da millet ve devlet aleyhtarı kampanyalar hız kazanmış, bunun sonucunda zamanla terör olayları yayılmıştır. Her iki ülkede yavaş yavaş kargaşa ve parçalanma süreci başlamıştır. Tüm bu süreçlerde asıl baskıyı gören halk, hem siyasi hem de ekonomik alanda gitgide güçlenen kapitalizm, liberalizm ile komünizm arasında sıkışarak üçüncü bir alternatif arayışındadır. Orta sınıf olarak adlandırılan memur ve üst orta sınıfı oluşturan küçük işletme sahipleri ile milliyetçi işçiler, faşist yapılanmaların çekirdeğini oluşturmaya başlamıştır. (11) Oluşan bu çekirdek üzerine Mussolini, 1922 yılında İtalya Başbakanı olarak göreve başladıktan sonra Almanya ile yakın ilişkilere girmeye başlamış ve 1936 yılında Almanya ile Berlin-Roma Mihveri'ni kurmuştur. Almanya ve İtalya arasında başlayan yakın görüşmeler ile böylece Adolf Hitler’in İtalya üzerindeki etkisi artmıştır. İtalyan ordusu Alman askerlerinden etkilenip Alman Nazizm ruhunu görmüşlerdir. Ancak ilerleyen tarihlerde görülecektir ki Alman Nazizm’i, İtalyan faşizminden daha tehlikeli boyutlara ulaşmıştır. Çünkü İtalyan faşizmi, Nazizm kadar keskin baskıya sahip olmayıp Nazizm’e göre daha yumuşak çizgide ilerlemiştir. Sanayinin devletleştirilmesine ve kapitalist sınıfın ortadan kaldırılmasına da kesinlikle karşı bir rejimdi. Ancak yine de İtalyan yönetimi gerçek bir faşist boyuta sahipti. Bu, konuyla ilgili Mussoli’nin kendi yazdığı “Faşizmin Siyasi ve Sosyal Doktrini”nde de (12) belirttiği görüşlerden de anlaşılmaktadır:


"…Böyle bir hayat anlayışı, faşizmi insan medeniyetinin çeşitli sosyal gruplar arasındaki çıkar çatışmalarıyla, üretim araç gereçlerinin değişmesi ve gelişmesiyle açıklanmasına göre; bilimsel ve tarihin materyalist algılanışı, Marksist sosyalizmin sözde temeli olan bu doktrinin karşıtı yapar…

Sosyalizmin ardından faşizm ister teorik alanda, ister uygulamada bütün bir demokratik ideoloji sistemiyle mücadele eder ve onu reddeder. Faşizm, çoğunluğun yalnızca çoğunluk olduğu için insan toplumunu yönetebileceğini reddeder, yalnızca sayıların periyodik bir istişare ile yönetebileceğini reddeder ve evrensel oy kullanma hakkı gibi bir mekanik süreç işlemiyle asla kalıcı olarak belirlenemeyecek olan insanlığın sabit, gerekli ve faydalı eşitsizliğini onaylar. Demokratik rejim zaman zaman, gerçek etken egemenliğin farklı, gizli ve sorumsuz bir gücün elinde olmasına rağmen, insanlara egemenlik yanılgısı vermek olarak tanımlanabilir. Demokrasi sözde kralsız bir rejimdir, ancak birden fazla kral tarafından yönetilir; bir zorba olarak, tek bir kraldan daha mutlak, daha zalim ve daha yıkıcı…"


İkinci Dünya Savaşı'nda birçok faşistin karşı çıkmasına rağmen Mussolini de Almanya ile birlikte mihver devletler bloğunda savaşa girmiştir. Ancak daha sonra karşı kuvvetlere mağlup olmuştur. 1943 yılında müttefik güçler İtalya’ya çıkarma yapması üzerine Kral III. Viktor Emmanuel, Mussolini’yi görevden almıştır. (13)

İkinci Dünya Savaşı’na kadar süren İtalyan faşist rejimi, savaş yüzünden ekonomik sıkıntılar çeken İtalya toplumunu, bir de baskıcı yönetim ile daha zor şartlar altına sürüklemiştir. Bir yandan siyasal anlamda da kendini ifade edemeyen, hak ve özgürlüklerinden mahrum halk ile diğer yandan savaş nedeniyle sanayi üretiminin -özellikle savaş sanayisi- artması ile zenginleşen sanayi zenginleri, toplumda bölünmeye yol açmıştır. Ancak savaş sonrası talep azalmasının neden olduğu ekonomik durgunluk nedeniyle İtalyan dış ticaret hacmi azalmaya başlamıştır.


İtalyan faşizminde Mussolini elinden geldiğince, insanları kendi tarafına çekmeye ve kendi parti nüfusunu artırmaya çalışmıştır. Bunun için akademisyenlere ve işçi sınıfına faşist yanlısı olmaları için baskılar uygulamıştır. (14)


İtalyan faşizminin dört ana özelliği:


1. Totaliterlik: Faşizmin amacı totaliter olmaktır. Faşizm, toplumu oluşturan bireylerin devlete, topluma ve devlet önderine karşı tam bir bağlılık kurmasını istemiştir. Toplumda çok sıkı bir birliğin ve beraberliğin sağlanabilmesi ancak Herder’ in ortaya koyduğu otantiklik anlayışına yani insanların aynı temel görüşe, aynı inanca, aynı değerlere sahip olmaları ile mümkündür. Bu nedenle, faşist devlet kişinin yaşamını denetlemek ve yönetmek hakkına sahiptir.

2. Bireycilik ve devlet anlayışı: Mussolini’ye göre faşizm, bir ideoloji olmakla beraber uygulamaya da geçirilmelidir. Faşizm, demokratik sisteme, sosyalizme ve bireyciliğin ön plana çıkmasına karşı olmuştur. Faşizm, devlet yanlısı bir ideoloji olup onu yüceltmektedir. Devletin dışında ne kişi ne de kişi topluluklarının bir önemi vardır. Faşizm için birey, devlete itaat ettiği ölçüde önemlidir. Devleti yaratan ulus değil, aksine ulusu yaratan devlettir. Yani devlet olmazsa ulus da var olmaz. Hiçbir durumda devlet gücü kısıtlanamaz ve sorgulanamaz. Kişiye yön veren devlettir.

3. Korporatif sistem: Mussolini’ ye göre yirminci yüzyılda ağırlığını oldukça gösteren ve halkın üzerinde bir yüke dönüşen kapitalizm ve liberalizm dönemlerini tamamlamışlardır. İtalya, birbirine düşman iki sınıfın yaşadığı bir ülke olmadığı gibi, kapitalist bir ülke de değildir. Mussolini, İtalya’nın tarıma dayalı, karma ekonomiye sahip bir ülke olması gerektiğini belirtir ve bunu da ancak totaliter devletin sağlayabileceğini savunmaktadır. Devlet, ekonomiyi kontrol altına almalı ve yönlendirmelidir. Bu da ancak, ulusal işbirlikçi kuruluşlar eliyle gerçekleştirilebilir. Meslek iş kuruluşları, devlet kontrolünde tüm üretim güçlerini düzenleyen kuruluşlardır. Ekonomik politikalar, faşist partisinin yönlendirilmesi ile işbirlikçi kuruluşlar meclisince alınmaktadır. Mussolini’ye göre korporatif sistem, devletin bölünmezliğini ve devamlılığını sağlayan, sürekliliği olan bir siyasal araçtır.

4. Şiddet ve savaş: Faşizmde önemli bir siyasal amacı gerçekleştirmek için, içte ya da dışta savaşmak yasaldır. İçte şiddeti benimsediği gibi uluslararası ilişkilerde de savaşı zorunlu kılan bu ideolojide zararlı ve kötü eğilimler ancak şiddetle bastırılabilir. Faşizme göre barış devamlılığı olmayan ve uluslara bir şey katmayan bir kavramdır. Buna göre, barışçıl olmak kavgadan kaçmaktır; savaş ise ulusları yüceltmektedir. (15)

Hem siyasi hem de kültürel alanda etkisini gösteren faşizm, kendisini sosyal alanda da göstererek kentleşme, altyapı ve İtalyan mimarisinde de kendisini üstün gören, daha görkemli bir kent yaratmak için İtalya’nın birçok şehrinde inşa çalışmalarına başlanmıştır.

Bununla birlikte daha önce belirtildiği gibi İtalyan faşizmi, Alman Nazizm’i gibi kana dayalı bir ırkçılıktan ziyade kültüre dayalı bir rejim olup eski Roma kültürü ön plana çıkarılmak istenmiştir. Ancak İtalya’da faşist rejim İkinci Dünya Savaşı ile sona ermiş ve 1948 Anayasası da faşist parti kurulmasını yasak etmiştir.



Faşizmin Almanya Örneği: Nazizm


Birinci Dünya Savaşı sonrası yenilgiye uğrayan Almanya, ciddi ekonomik ve sosyal sorunlarla karşılaşmıştır. Girilen savaşın faturası ağır olmuş, ekonomisi çökmüş, sömürgelerini kaybetmiş, dış ticaret hacmi azalmıştır. Uluslararası piyasadaki payı azalan Almanya’nın sanayi ticareti yaptığı bölgelerde artık İngiltere ve ABD hâkim olmaya başlamıştır. Bununla beraber savaş ortamı, ekonomik sıkıntı ve toplum refahının daralması halkın psikolojisini bozmuş, onları bir kurtuluş arayışına itmiştir. Böyle bir ortamda bir yandan işçi hareketleri ve komünist rejim yanlıları güçlenirken bir diğer yandan işçi ve komünist harekete karşı örgütlenen, İtalya’daki faşist çetelere benzeyen ama daha çok parti şeklindeki hareketler ortaya çıkmıştır. (16) 1918 yılında Birinci Dünya Savaşı sonunda Almanya’nın mağlubiyeti gururlu Alman toplumunda eziklik duygusu oluşturmuştu. Ayrıca zorla imzalamış oldukları Versay Antlaşması’nın ağır hükümleri ve savaş sonrasında yaşanmış olan büyük ekonomik çöküntü ve siyasi kavgalar, zeki bir politikacı olan Hitler tarafından çok iyi değerlendirilmiştir. Büyük sanayici ve kapitalist silah tüccarları ve bir kısım generallerin de desteğini alan Hitler, onun yolunda yürüyen Nazi yanlıları ile birlikte Almanya’da diktatörlük sistemini kurmuşlardır. (17)

Nazizmin kuruluşu ciddi süreçler sonunda büyük ilerlemeler kat etmiştir. Bu doğrultuda Hitler daha önce katıldığı Alman İşçi Partisi’nin adını Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi olarak değiştirmiştir. Bu parti, isminde işçi ve sosyalist tanımlarını taşısa da gerçekte diğer işçi faaliyetlerine karşı mücadele etmek için kurulmuş ve askerî tarzda örgütlenmiş silahlı gruplardan oluşmuştur. Böylece geniş kapsamlı ve tutarlı bir ideolojiden çok, doğrudan bağlılığı artırmak ve ortak bir milli ruh yaratmayı amaçlayan Hitler, ilk olarak savaşta gururu incinen Alman halkına milli ruhu aşılama yöntemini kullanmaya başlamıştır. Mussolini’nin benimsediği dil birliği ve ortak tarih gibi kültürel unsurlardan çok “kan” bağı kullanarak Cermen ırkının diğer tüm ırklardan daha saf ve üstün olduğu düşüncesini benimsemiş, yani tamamen ırka dayalı bir milliyetçiliği tercih etmiştir. Daha çok yaşam için mücadele etme fikrini savunan bir doktrin olan Sosyal Darwinizm Doktrini, Hitler tarafından daha farklı yorumlanarak Naziler arasında ırkçı bir boyut kazandırılmış ve ırklar arasında bir yaşam mücadelesi olduğu fikri vurgulanmaya başlanmıştır. Bu nedenle bu üstün Alman ırkını tehdit edecek diğer tüm ırklar birer düşman olarak görülmüş ve hemen baskıcı uygulamalara geçilmiştir. Bu noktada belirlenen ortak düşmanların ilk örneği Yahudi toplumu olmuştur. Halkına dünya egemenliği ve sonsuz refah sözü veren Hitler, böylece soykırım ve genişleme politikasına da meşruluk kazandırmıştır. 1933 yılında başbakanlığa getirilen Hitler için bu politikalarını gerçekleştirmek için bir engel kalmamıştır ve bu tarihten sonra Faşist uygulamalar başlamıştır. Öncelikle parlamentodan çıkarılan ve Hitler’e oldukça önemli yetkiler veren bir kararname ile Hitler kendisiyle zıt düşen tüm lider ve temsilcileri tutuklatmıştır. Daha sonra bu kararname ile tüm demokrat ve sol partileri kapatmıştır. (18)


Alman Faşizminin altı ana özelliği:


1. Kana dayalı ırkçılık: Milliyetçilikten kana dayalı bir ırkçılığa değiştirilen Nazizm, kuvvetli bir propaganda ve ideoloji haline gelmiştir. Hitlere göre Cermen ırkı, uygarlık kuran diğer ırklardan daha üstün bir ırktır. Irkçı devlet, önder ve seçkinlerin varlığını gerektirir. Irklar arasında eşitlik yoktur. Bu nedenle Alman Devleti yüceliğini ve gücünü Alman ırkının yüceliğinden almaktadır. Bu yüce ruh ise kan birliği esasına, Cermen ırkının saflığına dayanmaktadır.


2. Önderlik: Hitler’e göre halkın yönetime katılmasına dayanan demokrasi, liderlerin sorumluluğunu ve söz hakkını yok etmektedir. Bu nedenle çok partili sistem faşizmin gelişimine zararlıdır. Hitler de demokrasiyi eleştirerek işe başlamış ve demokrasinin, Yahudilerin bir egemenlik aracı olduğunu savunmuştur. En istikrarlı devlet sistemi, ulusal toplumda en yüksek zekâ ve yeteneklere sahip liderleri iş başına getiren sistemdir. Böylece çoğunluğun kararına değil, tek kişinin, sorumlu liderin istek ve uygulamalarına uyulacaktır. İnsanüstü niteliklere dayandırılan Nazi ideolojisinde önderlik, bu özelliği ile demokratik önderlikten ayrılmaktadır. Toplumu kendisi değil, toplum dışı güçlerin işbaşına getirdiği seçkin önderler tarafından yönetilmesi gerektiğini savunmuştur. Nasyonal sosyalizmde önder Hitler’dir. Önderin iradesi, yasa gücündedir. Hitler, sınırsız yetkileri ile baskıcı rejimini ülkesinde uygulamıştır.


3. Devlet anlayışı: Demokratik devlet anlayışına cephe alan Hitler'e göre, üç tür devlet vardır: Birincisi, çıkara dayanan demokrasi devletidir. Çıkarla birlikte devlet de çöker. İkincisi, fethe dayanan devlettir: Tarih, bunların sonunu gösterir. Üçüncüsü ise, amacı yeni manevi değerler yaratmak olan ve ırk bütünlüğünü savunan kültüre dayanan devlettir. Nasyonal Sosyalist Devlet, bu türden bir devlettir. Devletin temel görevi, ırkın korunmasını, saflığını ve bütünlüğünü sağlamaktır. Alman ırkı, kendisine karışan diğer toplumlardan dolayı eski saflığını yitirmiştir. Bu yüzden Alman Devleti ona eski yüceliğini verecektir.


4. Savaşmanın yüceltilmesi: Nazizm, ırkın ve devletin bütünlüğü için savaşmayı haklı görmüş ve silahlanmaya önem vermiştir. Savaş, insan yaşamında vazgeçilemeyecek bir düzenleyici olarak görülmüştür. Savaşılmadan ırk saflığı ve bütünlüğü sağlanılamayacağı savunulmuştur. Bu nedenle devlet, saf bir ırk yaratmak için ülkesi içinde Cermen ırkının niteliklerini taşımayanlarla savaşacaktır. Yahudi aleyhtarlığı bunun sonucudur.


5. Komünizm düşmanlığı: Nazizm öncesi dönemde ileri bir sanayi ülkesi olan Almanya’da, güçlü bir komünizm hareketi bulunmaktaydı. Hitler, uygarlığının bütünlüğünü sağlamak ve korumak amacı ile bütün işçi örgütleri, aşırı sol partileri ve demokrat oluşumları kapatmıştır. Komünizm düşmanlığı, Nazizmin önemli bir özelliği olmuştur.


6. Ekonomik yaklaşım: Hitler yönetiminde ekonomi her zaman ikinci planda olmuştur. Ekonomiyi daha çok siyasi amaçlara hizmet eden ve faşist uygulamaları gerçekleştirmede bir araç olarak kullanmıştır. Güdümlü ekonomi bir zorunluluktur. Hitler de Mussolini gibi ekonomik işbirliklerine bağlı olmuştur. Bu işbirlikleri, sınıflar arası savaşı yok edici kuruluşlar olarak görmüştür. Hitler, uluslararası kapitalizme de karşı olmasına rağmen gerçekte nasyonal sosyalizm kapitalist sisteme bağlı kalmış, büyük sermayeden destek görmüştür. (19)

Evet, oldukça uzun ve akademik bir yazı olduğunu kabul ediyorum. :) Ama böyle bir konuyu da lay lay lom dilinde yazamazdık ya. Eğer bu noktaya kadar okuyan varsa şimdiden teşekkür ederim. Zaten anlatmak istediğimi kapmıştır o kişiler. Ama yok, sabredemeyip sonuna bir göz atayım diyen kişiysen seni de düşündüm ve mini bir sonuç çıkardım:

. . .

Kökenini tarihten alan, tarihsici ve otantiklik anlayışına dayanan milliyetçilik ideolojisi ilerleyen dönemlerde, gerek başa gelen liderlerin karakteristik özelliklerinden gerekse devletlerin kültürel özelliklerinden dolayı farklı boyutlara çekilmiştir. İtalya, Almanya ve diğer örneklerde görülen bütünleşmiş bir ulus bilinci veya saf bir ırk yaratma fikrine dönüşen faşizm, farklı uygulamalarla birlikte aynı noktalara işaret etmiştir: şiddet ve savaşın yüceltilmesi, demokrasiye karşıtlık, devletin yüceliğinin vurgulanması.

Kendisini halk üzerinde baskılı bir rejim olarak etkisini gösteren bu rejimde demokrasi rejim için zararlı görünmektedir ve bunun sonucunda bireyin değer kaybettiğini ve devlet olmadan toplumun bir şey ifade etmediği savunulmaktadır. Özellikle dinin bir halkı yönlendirme aracı olarak kullanılması, toplumun uygulanan diktatör rejime sessiz kalmasına neden olmuştur. Bununla beraber, faşist rejimle kurulmuş hükümetlerden destek alan ticari ve elit burjuvazi hem varlığını sürdürüyor hem de yönetimi destekleyecek işbirlikleri yapmaktadır.

İtalyan faşizmine göre daha koyu bir faşist rejim olan, saf Cermen ırkına dayalı bir ulus yaratmaya çalışan Nazizm bunun için kana dayalı bir ırkçılık politikası izlemiştir. Irkların hiçbir zaman eşit olamayacağını savunan faşizm, düşman olarak kabul ettiği diğer ırklardan arınma ve onların etkisini kırma düşüncesiyle uygulamalara girişmiştir.



2020 Edit:


Küreselleşmenin getirdiği etkiler ve yeni akımlar ile birlikte evrilmekte kaçınılmaz bir hal alan pek çok fenomen gibi faşizm kuramı da pek çok siyasetçi ve bilim insanı tarafından farklı yorumlanmaya başlandı. Bu Edit kısmında 2019 yılında verdiği bir röportajına denk geldiğim Amerikalı dilbilimci ve tarihçi olan akademisyen Noam Chomsky’e yer vermek istedim. Konuşmasında çocukluğunda denk gelmiş olmasına rağmen faşizm hareketinin etkisinde kaldığına değinen Chomsky, günümüz dünyasının bazı yönetim sistemlerinde tanımlama amaçlı faşizm kuramının kullanıldığını, ancak günümüzün her aşırı sağ tarafını nitelemek için bu kuramın kullanılmasının her zaman doğru olmayabileceğini belirtiyor. Hatta soğuk savaş sonrası Amerikan dış politikasını önemli düzeyde şekillendiren ABD’li düşünür/diplomatlarından George F. Kennan’ın Amerikan hükümetine söylediği “Bu kuram için çok da katı olunmaması gerektiği” detayını ifade etmiştir.

Faşizm sözcüğünü kullanmaktan sakındığını belirten Chomsky, artık günümüzde bu kavramın içinin farklı durumları karşılamak üzere boşaltıldığını ima ettiğini düşünüyorum.

Chomsky’e göre faşizm 1930 ve sonralarında farklı bir anlam taşıyordu. O dönemde pek çok siyasi fikir çalkantıları mevcuttu. Nitekim o dönem liberal fikirli siyasetçilerin bile faşizm kuramına yönelik yumuşak yaklaşım sergilediğini söylenebilir. O dönem Franklin D. Roosevelt, Mussolini’ye üstü kapalı bir hayranlık duymakta denebilir.

Röportajında son olarak Brezilya’daki baskıcı yönetimden bahseden Chomsky, Bolsonaro’nin halkına uygulanan zulme göz yumduğunu, hatta askeri yönetime övgülerde bulunduğunu ifade ediyor. (20)




ÖMER TURGUT

İlk Yayın: 9 Ocak, 2016 - KOCAELİ

Edit: 30.03.2020 - BURSA




REFERANSLAR:

(1) http://www.turkcebilgi.com/fa%C5%9Fizm (Çevrimiçi, 26 Aralık 2015)

(2) http://www.paganx.org/fasizm-nedir.html (Çevrimiçi, 27 Aralık 2015)

(3) Birsen ÖRS, 19. yüzyıldan 20. yüzyıla: Modern Siyasal İdeolojiler, İstanbul, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, Mart 2014, s.482

(4) http://bianet.org/bianet/toplum/95463-ozde-fasizmin-14-temel-ozelligi (Çevrimiçi, 6 Aralık 2015)

(5) Birsen ÖRS, A.g.e, s.480

(6) Umut ÖZKIRIMLI, Milliyetçilik Kuramları, Ankara, Doğu Batı Yayınları, Şubat 2015, s.38

(7) Birsen ÖRS, A.g.e. s.488

(8) Birsen ÖRS, A.g.e. s.500

(9) http://www.biyografi.info/kisi/benito-mussolini (Çevrimiçi, 6 Ocak 2016)

(10) Georges Sorel’ in şiddet doktrini, http://www.eposyayinlari.com.tr/gpdfleri/aae8b87eb41d8901e70ae82e4a7ab41f.pdf (Çevrimiçi, 6 Ocak 2016)

(11) http://fasizm.nedir.com/#ixzz3vYQouapo (Çevrimiçi, 27 Aralık 2015)

(12) http://www.dusuncetarihi.com/makale/fasizmin-siyasi-ve-sosyal-doktrini (Çevrimiçi, 6 Aralık 2015)

(13) http://www.biyografi.info/kisi/benito-mussolini (Çevrimiçi, 6 Ocak 2016)

(14) Birsen ÖRS, A.g.e. s.502

(15) http://www.yardimcikaynaklar.com/italyan-fasizmi-tarihi-ve-zellikleri/ (Çevrimiçi, 27 Aralık 2015)

(16) Birsen ÖRS, A.g.e. s.504

(17) http://www.merakname.com/nazizim-nedir/ (Çevrimiçi, 7 Ocak 2016)

(18) Birsen ÖRS, A.g.e. s.505

(19) http://www.yardimcikaynaklar.com/almanya-fasizmi-tarihi-ve-zellikleri/ (Çevrimiçi, 7 Ocak 2016)

(20)ttps://www.independentturkish.com/node/54476/r%C3%B6portaj/chomsky-fa%C5%9Fizm-g%C3%BCn%C3%BCm%C3%BCzdeki-a%C5%9F%C4%B1r%C4%B1-sa%C4%9F%C4%B1-tan%C4%B1mlamak-i%C3%A7in-do%C4%9Fru-kavram-olmayabilir (Çevrimiçi, 30 Mart 2020)