Turuncu hiç bu kadar çekici, bilim kurgu da hiç bu kadar gerçekçi olmamıştı. Arrakis’in o sarhoş edici melanjını, Fremenlere mavi gözleri armağan eden o değerli baharatının kokusunu burnumuzda hissettik. Şeyh Hulud’un yaşam suyunu hiç tatmadık ama damağımızda kaldı. Tıpkı Paul gibi önce kendimizi kaybettik, sonra bilincimizi berraklaştırdık. Soyumuz bazen Atreides’lere dayandı, yeri geldi Fremen olduk, zaman zaman da Bene Gesserit tarikatına katılmak istedik. Velhasıl, şeyhim bu dünyada iş yok, sen bizi Dune evrenine ışınla!
Başrollerinde Timothée Chalamet ve Zendaya'yı izlediğimiz, sağlam yan karakterlere sahip, yönetmeni Denis Villeneuve'ün başyapıtı olarak kabul edilen “Dune: Çöl Gezegeni Bölüm 2” filmi, science fiction evrenimizde yeni bir kilidi açtı. Tür bağlamında yeni bir anlayış ortaya koyduğunu düşündüğüm bu muazzam yapıt, elbette ki anca bu kadar güçlü uyarlanabilirdi. Bu uyarlamayı da anca Villeneuve yapabilirdi. Bu epik görsel şölen, sadece Denis Villeneuve'ün başyapıtı değil, aynı zamanda bu jenerasyonun bir numaralı bilim-kurgu epiği bence. Kariyerli ve usta oyuncuların performanslarının mükemmelliği yanında, mekan ve ses tasarımlarıyla da kendisine fazlasıyla hayran bırakan film, bizlere yaşattığı sinema zevkiyle gerçekten büyük bir övgüyü hak ediyor.
Frank Herbert'ın bilim kurgu roman serisinden uyarlanan ve yılın en çok merak edilen yapımlarından biri olan Dune: Part Two, geçen yıl Hollywood’da yaşanan grevler nedeniyle 2024 Mart takvimine alınmıştı. 2021 yılında görücüye çıkan ilk filmden sonra, ikinci filme yönelik beklenti bir hayli artmıştı. Çünkü bence ilk film yeterince tatmin etmemişti. Oluşturulan mükemmel Dune evrenine rağmen ilk filmin hikayesinin eksik olduğunu, hanedanların yeterince tanıtılmadığını, karakterlerin derinlemesine anlatılmadığını, olayların akışına katkı sunacak ve açıklayacak diyaloglara da yeterince yer verilmediğini düşünüyorum. Tam olarak içselleştirilemeyen bir yapım vardı karşımızda. Evreni oluşturan yapıtaşları hakkında fazla detay verilmemiş, hanedanları ve hanedanlar arası çatışmalara yönelik detaylı bir hikaye de anlatılmamıştı. En çok merak edilen o gizemli Fremenlere ve yaşam alanları Arrakis’e dair çok az şey gördüğümüzden dolayı üzülmüştüm gerçekten. Arrakis’in gizemini çözememiştik maalesef.
Ancak Dune: Part Two, akılları baştan alırcasına ilk filmden daha sürükleyici, ayakları yere daha sağlam basan, daha sağlam bir senaryo ve hikayeye sahip, olayları ve karakterleri daha detaycı bir yaklaşımla ele alan, daha elle tutulur ve daha duygusal bir yapım olarak karşımıza çıkıyor. Tüm bunların yanında, tartışılamayacak kadar iyi olan aksiyon sahnelerinin netliği, gerçekçiliği, kuvveti ve büyüklüğü şaşkınlık verici düzeyde mükemmel. Benim açımdan, Frank Herbert’in zihninden dökülerek çığır açan bir metnin, kusursuz bir tercümesi. Artık 6 kitaplık Dune serisini okuduğumuzda zihnimizde canlanacak tasarım, Denis Villeneuve'ün bu kusursuza yakın başyapıtı olacak.
Karakterler
İlk olarak karakterlerden bahsetmek istiyorum. Denis Villeneuve, ilk filmde ağırlıklı olarak evreni tanıtmaya çalıştığı ve ön hazırlığını yaptığı Paul Atreides'in seçilmiş kişiye dönüşme hikayesini tüm aksiyonuyla bu filmde anlatıyor. Paul ilk filmde bir alışma sürecindeydi. Olayların içerisine tam olarak dahil olamayan bir kişilik olarak, kendini bulma evresi içerisindeyken görüyorduk onu. Arayış içerisindeydi açıkçası. Adeta bir belirsizliğin içerisine bağdaş kurup oturmuş gibiydi. Ancak filmin ikinci serisinde, üzerinden muğlaklığı ve belirsizliği atmış bir Paul görüyoruz. İçsel çatışmalarının gölgesinde, daha net bir dışavurum yaşıyor Paul. Kontrast ilişkileri, oyun içerisinde oyun olan oyunları çözebilmek için içgörüsünü bir liderlik örneği olarak ortaya koyuyor. Yönetmenimiz ilk filmde Paul’den bir lider, bir kahraman doğurmasa da, bu filmde onu adeta bir peygamber yapıyor. Ki zaten öyle. Beklenen, mesih, Muad’Dib, usul… Travmalarını geride bırakmış, şartlara uyum sağlayıp Fremen olmuş, Atreides’lerin intikamını almaya and içmiş, ayakları yere sağlam basan, güçlü bir karakter olarak karşımızda dimdik duruyor Paul.
Bunun yanında Paul’un Chani’sini yakından tanımak da bizleri oldukça memnun etti. Paul ve Fremenler için güçlü bir karakter olarak dikkat çekiyor. En önemli anlarda Paul’e ve onu destekleyenlere karşı muhalif bir tavır ortaya koymasından ne kadar güçlü bir karakter olduğunu anlıyoruz ancak bu kısımlardan sonra olayların genel seyrine etki edememesi bir çelişki gibi duruyor. Güçlü ama karar mekanizmalarında etkisiz. Paul’e zaman zaman en çok karşı duran karakter olmasına karşın, olayların akışında seyri değiştirecek kadar güçlü bir figür olarak durmuyor filmde. Oyunculuk anlamında bakacak olursak, Zendaya vasat oyunculuğunu bu filmde kurtardı diye düşünüyorum.
Bence en çok merak edilen Fremenler ve Stilgar’dı. Önceki filmde Fremenler çözülmesi zor bir gizdi. Bu filmde artık yönetmen bizi Sietch Tabr’ın içerisine kadar sokuyor ve Fremenleri detaylı bir şekilde gözlemlememizi sağlıyor. Film o kadar berrak ve temiz bir anlatıya sahip ki, adeta Stilgar’ın emrindeki bir Fremen’e dönüşüyorsunuz izlerken. Stilgar’a gelecek olursak, mesih inancının ateşiyle yanıp tutuşan bu büyük Fremen, Paul’e bağlılık yemini etmiş, ne olursa olsun onun yanından ayrılmayan ve onu koruyan abimiz. Paul’un Fremenlik yolundaki süreçlerini takip eden, bu süreçleri mesih inancıyla da birleştirip bu motivasyonla hareket eden biri. Genel anlamda tüm Fremenler gibi duygularını içeride değil de dışarıda yaşayan bir karakter. Fremenlerin genel motivasyonu mesih odaklı olduğundan ve su kaybı olacağı için duygusal yoğunluk yaşamayan; bu açıdan da derinlemesine incelenecek karakterler değil. Fremenlerin hiçbirisi Paul gibi değişim ve dönüşüm içerisine girmiyor. Kültürel anlamda nasıl bir yaşam sürdürdüklerini, hayat tarzlarına ilişkin detayları ve nasıl iyi birer savaşçı olduklarına dair gizleri daha açık bir şekilde görmüş oluyoruz. Javier Bardem de bir Fremen olarak doğmuş olmalı ki müthiş bir oyunculuk örneği ortaya koymuş.
Bir Bene Gesserit olan Paul’un annesi Lady Jessica ise en ilginç karakterlerden birisi bence. Oldukça fazla sır barındıran bu kadın, inanılmaz çekici bir auraya sahip. Genel anlamda gördüğümüz tüm Bene Gesserit’ler böyle olsa da Jessica’nın karizması çok başka. Bir yandan kendi savaşını verirken, bir yandan da Paul’u istemediği olayların içerisine sokarak olayların akışına direkt etki ediyor. Zaten Paul de aslında bir Bene Gesserit tasarımı. Bene Gesserit’ler evrendeki hanedanları biyogenetik üzerinden kontrol altına almaya çalışan ilginç bir tarikat.
Jessica’nın yanında Princess Irulan karakterine hayat veren Florence Pugh, Lady Margot karakterine hayat veren Léa Seydoux, Feyd-Rautha Harkonnen karakterini muazzam bir şekilde izleyicinin zihnine işleyen Austin Butler ve diğer oyuncularla birlikte çok karizmatik bir oyuncu kadrosu var filmin.
Genel Eleştiri
Her şey aslında Frank Herbert’in transhümanist ve fütüristik kaleminden çıktı. Dune hikayesi böyle başladı. Zihinlerdeki bilim kurgu imajından farklı olarak, daha farklı imgeler ortaya çıkaran Herbert, ‘sadece bilim kurgu severler için yazmıyorum’ der. Bilim kurguyu sadece bilim kurgu severler için yazmamak ve alışılagelmişin dışında bir bilim kurgu evreni ortaya koymak… Gerçekten muazzam bir iş. Herbert, ortaya koyduğu bu anlayışla aslında geçmişten günümüze kadar gelen önemli bilim kurgu film eserlerinin de temellerini atacak fikirleri ortaya koymuş bir isim.
Dune çok geniş bir evren. Sanıldığının aksine bilim kurgu olarak sadece bir robotik dünya ortaya koymuyor; teknolojinin hala insan kontrolünde olduğunu ve her zaman öyle olacağını, insan unsurunun ve zekasının her zaman galip geleceğini ortaya koyarak bizlere daha gerçekçi bir post apokaliptik bir dünya sunuyor. Öyle ki kitaplarda dinden sosyolojiye, siyasetten felsefeye, edebiyattan fantastik öğelere kadar her şey mükemmel ölçüde harmanlanarak okuyucuya veriliyor. Günümüz dünyasının önemli detaylarını muazzam imgelere çevirerek okuyucuya aktaran Herbert’e tekrardan selam olsun.
Peki Denis Villeneuve, Herbert’in bu çığır açan mirasını nasıl değerlendirmiş? Denis Villeneuve, sinematik başarısından ziyade, uzun zamandır ortaya konamayan çok önemli bir başarıya imza attı. Bir kültür ortaya koydu. Artık sinemada bir Dune gerçeği var diyebiliriz. Harry Potter, Yüzüklerin Efendisi, Star Wars, Dune… En önemli nokta da burası zaten.
Kostüm tasarımları, renk pastelleri, oyuncu kadrosunun karizması, evrenin gerçekçiliği, evrenin mimari olarak inşası, insanı derinden etkileyen müzikleri, ses ve mekan tasarımları gerçekten kusursuz diyebiliriz.
Denis Villeneuve, uyarlanabilecek en iyi Dune evrenini bizlere oluşturmuş. Arrakis, Harkonnenler, İmparatorluk güçleri, Caladan Atreides Hanedanlığı… Yani evrende farklı hanedanlıklar tarafından yönetilen gezegenler mevcut. Daha çok Ortaçağ’daki feodal yönetim anlayışını anımsatıyor.
Arrakis, çöl gezegeni. Gezegende baharat üretimi yapılıyor. Baharat sadece bu gezegende mevcut ve evrenin en değerli maddesi. Galaksiler arası geçiş, yüksek bilinç elde etme, uzun bir yaşam imkanı sağlamak gibi birçok önemli ve değerli özelliği bulunuyor. Bu açıdan herkesin gözü bu gezegende. Arrakis’i kontrol eden, aynı zamanda parayı kontrol ettiği gibi büyük bir zenginlik de elde eder. Arrakis halkı da kadim bir halk olarak kabul edildiği gibi vahşi insan topluluklarından oluşan, eski zaman halkları olarak nitelendiriliyor. Geleneklerini geçmiş yıllardan beri sürdüren bu halk, çölü kendisine yer, yurt, ev edinmiş. Çölde yaşamalarından dolayı bana daha çok Ortadoğu halklarını hatırlattı. Baharatı da değeri açısından petrol ile özdeşleştirdim. Arrakis halkının Harkonnenler tarafından sömürüldüğünü de göz önünde bulundurursak taşlar biraz daha yerine oturuyor. Ayrıca Mesih inançları, dini inanışları ve tespih çekmeleri de bu benzetmelerimi biraz daha destekliyor.
Harkonnenler, savaş ve kılıç ustaları. Aynı zamanda teknolojiyi de iyi kullanan bir ırk. Arrakis gezegenini zorbalıkla kontrol edip Arrakis halkına zulmederek buradaki baharatı sömürüyorlar. Uzun süredir baharatı kontrol ettikleri için oldukça zenginleşmişlerdir. Bütün feodal beyler kendi içinde bağımsız hareket edebiliyorlar ancak genelde -filmde göremediğimiz- imparatora bağlılar. Harkonnenler daha önce bana günümüzün Amerika’sını çağrıştırsa da aslında Ruslardan ilham alınarak oluşturulduğunu bu filmle birlikte anlamış oldum. Baron ‘Vladimir’ Harkonnen’in ön adından da anlaşılacağı üzere, Ruslara bir ithaf bulunuyor. Orçun Onat Demiröz’ün bunu tasdik niteliğindeki değerlendirmesine göre, Harkonnen-Fremen savaşının ilham kaynağı, aslında Rus çarıyla Dağıstan Aslan Şeyh Şamil arasındaki çatışmalardan gelmektedir. Herbert buradan esinlenerek evrenin odağına bu iki hanedanlığı koymuştur. Ayrıca kostüm tasarımları konusunda Şamil’in savaşçılarının da siyah cübbeler giydiğini, siyah sancaklar dalgalandırdığını ve ölüm şarkıları söyleyen müritlerden oluştuğunu ifade etmiştir Demiröz. Bu noktada Herbert’in kurgu zekası takdire şayan. Şeyh Şamil’in Rus çarına karşı direnişini çöl ve Orta Doğu kültürüyle birleştirerek, içerisine de ‘cihat’ ve ‘mesih’ gibi önemli dini motifleri ekleyerek devrimsel nitelikte bir evren ortaya koymuş.
Ayrıca bildiğimiz mitolojiye de muazzam yenilikler getiren Dune, içerisinde din, sosyoloji, psikoloji, politika, ekonomik ve ekolojik nitelikler barındıran imgelerden oluşan çok geniş bir evren. Bu açıdan aslında müthiş bir ilham kaynağı. Bu durum Dune evrenini benzersiz yaptığı gibi, zamanının çok ötesinde bir eser olma niteliği de kazandırıyor.
Tüm bunların yanında, Atreides Hanedanı’nın varisi olarak, zaten bu hanedanlığın doğal lideri olan Paul Atreides’in Fremenler arasında kabul görmesinin sebebi tamamen dini motivasyona dayanıyor. Arrakis’i huzura kavuşturarak çöl olan toprakları yeşertip denizi getirmeyi, kısaca bu ot yeşermez gezegende cenneti vaat ediyor. Fremenlerin beklediği ‘mesih’ olan Paul, tıpkı ‘yazıldığı gibi’ tüm aşamaları başarıyla geçerek Fremen oluyor, geniş kitlelerce neredeyse tapılan bir varlık haline geliyor. Filmin sonunda da yenilmesi neredeyse imkansız olan İmparatorluk ile beraber Harkonnen’lere karşı net ve büyük bir zafer elde ediyor. Kitaba göre bu zaferin temelinde büyük bir dini motivasyon var. Kitap bu durumu direkt olarak ‘cihat’ şeklinde nitelendirirken, filmde cihada yönelik çok az nokta olması bir eksiklik diyebiliriz. Aslında önemli bir eksiklik. Sonuç itibariyle Paul’u başarılı kılan, Fremenlerdeki bu ‘cihat’ motivasyonu. Bu kısımlar bence otosansüre maruz kalmış ve kısmen görülmüş. Yenilmez denilenleri darma duman eden bir hikayenin temel dinamiğinin yeterince tatmin edici derecede verilmemiş olması üzdü. Genel anlamda bu kısım eksiklik olarak gözüme çarptı.
Dune, yazmakla bitirilemeyecek kadar ışıl ışıl parlayan bir şaheser. Denis Villeneuve, şimdiye kadar yaptığı o güzel işlerin yanına en güzelini eklemiş. Villeneuve, kendi ‘anıtını’ dikmiş. İlk filmiyle yarım ve eksik bıraktığı hikayeyi, bu filmle telafi etmiş.
İçerisinde tarihî, mitolojik ve politik birtakım unsurların bulunduğu, geçmişte yapılan distopik ve fantastik bilim kurgu eserlerinin (Star Wars, Lord of the Rings, Harry Potter, Mad Max vs.) yolundan giden ve hatta bunlara bile ilham olan, bizleri görsel ve işitsel unsurlarıyla yeni ve farklı bir evrene sokan Dune: Part Two, bir an evvel izlemeniz gereken çağımızın soylusu arkadaşlar. Çok önemli bir döneme şahitlik ediyoruz ve bunu sakın kaçırmayın. Uzun uzun okuyan herkese şükranlarımı sunuyorum.
Arthur C. Clarke: “Dune, The Lord of the Ring ile kıyaslanabilecek tek şaheser kurgu serisidir.”
Haneke
2024-03-12T18:12:45+03:00Şahane bir yazı. Emeklerinize sağlık... :)