Kızıyorum

En çok da şu içimdeki kalabalığa

Hiçbir mevsimin sonbahar kadar gürültülü

Hiçbir değişimin ise sessiz olmadığına

Fırtınasız bir geceyi arşınlıyorum

Uçsuz bucaksız bir piyano sesi duyuyor kulaklarım

Parçalamak, parçalanmak istiyorum

Aşağılık bir güzergâha çıkıyor taşıtlar

Koskoca, kıyafetsiz valizler

İnsanlar sanki kendilerini taşıyorlar sırtlarında

Ve şu gökyüzü tüm bunlara yeniden,

Tekrar rastlamamak üzere şahit oluyor


Soruyorum,

Ne zamandan beri istasyon kucaklaşmaları

Bir cenaze varmışçasına gerçekleşiyor?

Neden ellerim o kadar insanın arasındayken

Bu denli soğuk ve hissiyatsız?

O dondurucu mukadderata karşı, nasıl oluyor da

Nasıl oluyor da giderken böyle tamahkârız

İyi ve tiksinç olmayan yaratıklar olamıyoruz

Neden?

Neden şiirler beş para etmiyor

Beş parasız vicdanlara sesleniyorken


Ve ben bilmiyorum bütün bu cevapları

Yaşamak denizine yelkensiz çıktığım için belki

Devriliyorum, dünyanın yoksul tarafına

Heybem katıksız bir yaşanmışlıkla dolu

Sarkık ve manasız bir yokluğa işaret ediyorum

Tekinsiz bir muhayyile kurnazıyım

Ve fakat nafileyim, en çok da kendime

En ücra taşrasında insanların yüreğinin

Bulunmaya çabalıyorum, ta en baştan

Ve anlıyorum gitgide

Yavan ve sapmış bir varoluş benimkisi

Delirmek üzere bir meczubun son mektubunu

İntihara karşı yudumlayıp hazmetmesi gibi

Anlıyorum

Tersi dönmüş bu dünya teknesinde

Ayakta durup gerçek adımlar atıyoruz

Ve sanırım, 

Battığımızı anlayacak farkındalığa sahip değiliz

Ama çıkmadığımızı biliyoruz

En azından!