Dünya, yalnızca bir geçittir aslında. Bitmek bilmeyen düşlerimiz/düşüncelerimiz ve bize yalnızca belirli bir süre ev sahipliği yapan bir geçittir. Dönüm noktalarımız, önemli kararlarımız, değerli anlarımız; deneyimlerimiz, kişisel kazanımlarımız, kendimize kattığımız her şey... Bizler de dünyadaki her bir durağa uğradığımızda bir şeyler alarak ya da vererek ayrılırız oradan. Yolcuyuz en nihayetinde, bundandır ki attığımız her adımda heybemize iyi, kötü; olumlu, olumsuz; beklentimiz dahilinde, beklentimiz dışında onca şey doldururuz ya da yüklerimizi boşaltırız. Bunların her biri hem maddi hem manevi boyutta etkisini gözlemleyebileceğimiz tecrübeler. Kimisini karşılaştığımız esnada anlamlandırabiliyorken bazısına koca bir yaşam boyu hiçbir anlam yükleyemeyebiliriz. Başka bir deyişle, bazen yeterince deneyimli olmadığımız bir ana denk gelir, bazense büyük bir olgunlukla karşılarız bir şeyleri. Meraklı, heyecanlı ve şaşkın bir ilerleyiş halini alır bu yolculuk kimi zaman. Kimi zamansa bunun yerini acı bir bekleyiş alır. Özetle, insan tam o an ya da daha sonra anlam verebilir bir başına gelenlere. Böylece de bir gerçek her defasında bir parça daha belirginleşir. O muğlak sesler daha berrak bir biçime bürünür. Peki ama ne gerçeği bu? Dünyanın bir geçitten öte olmadığı ve beklentilerimizin en makul, en mantıklı düzeyde tutulması gerektiği... Gerçekçi bir yaklaşım sergilediğimizde dünyada her istediğimizi elde etmenin imkansız olduğu, elimize geçeni de bir süre sonra mutlaka kaybedeceğimizi kabulleneceğiz. Peki ama hal böyleyken bir geçit değil de nedir bu dünya?