Zaman zaman, bir sevgi beni yenerdi.


Bu, göğe uzanmayı bırakan bir ağaç gibi öksüz ve

İçime büyümekteyken

Sevmenin, karşımda onulmaz duruşu

Kovdukça kendini yeniden doğuran arsız

bir hapis oluşu sevmenin.


Büyük bir su borusu içinde, koştuğum,

Koştukça gerilediğim bir rüyanın içinde

Peşimde yükselen sular, kızgın sular varken

Hem yakalanmak istediğim, hem ölmekten ne umduğumu bilmeyişler içinde

Koştuğum, sonu hiç gelmeyen bir korku bu.


Adım yanlış, adım cennetten, adım ırmak

Sesimi gür sandığımda

Kuruyan bir camdan, tutulan bir aydan yansıdığımda

Işığı sönmeyen evleri yasa boğduğumda.


İçimden kendimi süze süze

Yakamdaki ellerden bihaber,

Yaşım beş, yaşım kırk fark etmeden

Yani öylece sebepsiz, toprağa doğru büyüyen bir ağaç gibi,

Kendine çarpan

Hep kendini vuran bir sapan gibi.

Bu hapis.


İçim çöplük, içim toparlanmayacak bir enkaz,

susalım dediğimde

Öylece boşluğa.

Sesimi karıncaların duyabileceği kadar kıstığımda

Bir mucize gibi yalandan övdüğümde kuytuları ve yalnızlığı

Düzeltmenin, biçim vermenin olanaksız olduğu bir evde doğmuşum

Ne yazık,

Başımı hak etmişim gibi okşarken günahsız eller

Yalansız eller

Hadi ölelim dediğimde, yani kendime.

Acı hadiseler hep tökezleyen bacağıma denk geldiginde

Düşendim, düşmelerin hiç sancı vermeyişi içinde.


Yana döne bir ses ve tutunacak bir şeyler arardım

Kazananı olmadığım bir yarış sandığımda bu yolu

Bazı hadiseler kalbimi

bazı hadiseler ağzımı ve şuramı en çok, deldiğinde

kapkara bir gün gibi durmuşum

Hep aynı rüyaları görmek hiç kolay değil, başa saran bir film gibi

Ve orada asık suratların hepsi bensem

Yine de göremediysem gerçeği, korkumdan tanımadıysam

Dönelim, bu yol bile değil

dönelim.

Mevsim kış, mevsim yaz fark etmeden

Yani öylece nedensiz, kendimi bir kenarda unutup

sevgiyi nasılsa güneşe tutmuşum.


Sevmenin tortusu, ya da belki mayası bu

Sevmenin ebeden bedenimde bıraktığı nedensizlik

Bıraktığı hasar

Hiç karnımı doyurmayan sevmenin belki denk gelir diyerek

rastgele sallanmış bir olta gibi

Hep başka şeyler tutması.

ve açlığım, tükenmiş bir kaynağı ziyafet sandığında

Açlığım, sevmenin yarattığı doyumsuzluk olduğunda

Nicedir kimseleri de sevmediğimde

Duralım.


Zaman zaman,

Kulağımı dayardım duvarlara, parmak uçlarımda

Hep parça parça duyduğum kavgalar ve

varlığım,

bu evde, soyut bir sözcük gibi buğuludur artık

susalım dediğimde, imkansız gözüyle bakıyorum ki

Bedenim, hep aynı noktaya atılan kurşun için sonsuz bir delik

Sonsuz bir boşluktan içeri dolan yağmur dediğimde yaşlarım

Biten bir sevgiyi yine de güneşe bırakmışım.


Olanaksız, fakat belli ki silemediğim bir tozla kaplanmış raflar

Üst üste, basamak gibi hep zihnimin içinde

tırmandığım, devrilmeyişime şahitken raflar

Pes etmişim.

İçim kambur, içim düğüm dediğimde

Yani aslında

Böyle nihayetsiz bir sessizliğin içinde,

Peşimde yükselen, dövünen ve azgın sular varken

Duralım, durmuşum, dur artık.


Bir damlanın bardağı taşırdığı zamanlardan

Bir tufanın dahi içime sığabildiği anlara dek

durmuşum

Sözcükler mühimdi, sözcükler kutsal

Bir tiradın gerçeğe taşınmasıyla son bulan sabrımı

Yontarak taşlardan, kayalardan türetmişim

Artık aşınması mümkünsüz bir dağ gibi durağanken,

dibimde biten bir çiçeği nasıl da güneşten çalmışım


Sevmenin bir sözü yoktu zaten, sevmenin bir borcu kalmamıştı

Sevmek, üst üste koyup tırmandığım ne varsa yıkmış

Bunun bir kanıtı, o kalbime yaklaştıkça titreyen güneş.

Zaman zaman görecek gibi olurken ışığı

Bir yolsa bir tünelse, koştuğum,

peşinde sular yükselen bir boruysa

Yanmışım!

Kendine akan, aktığı her yeri kurutan bir ırmak olmadan önce

Son bir kez okşansın başım

Ortaları ve orada bıraktığım inancı bulalım

Bir hayali yeni baştan kuracak gücü umalım dediğimde

Hazin bir rüyaya düşmüşüm

Hep kendi kuyruğuma basıp, hep aynı yerlerden çekiştirerek ama.

Ne halim varsa görürdüm, perdeleri nicedir açmadan

Görürdüm ama, bu evde

Karanlığı alıp morfin gibi yutmuşum.