Kalbim/iz kırılınca çoğu şeye olan inancımız da yok oluyor.

Sevmek ve sevilmek varken sürükleniyoruz yalnızlığın buz tutmuş bedenine.

Güven sadece kelime olarak yer edinmiş hayatımızda; hissi çıplak, soyulmuş mis gibi kokan teni leşliğin içinde.

Kime yüreğimizi uzatsak koca bir hiçlik ve kara bir leke kaplıyor benliğimizi.

Yalan rüzgarları esiyor savuruyor bizi oradan oraya.

Gerçekliğin acı yüzü tokat gibi çarpınca suratımıza, felç ediyor adeta.

Duyguların ayağı kırılıyor, oturup kalıyor gerçekliğini beklediği yerde.

Adım atamaz oluyoruz dostluğa /sevgiliye.


İki kelime sevip üç kelimede süslü cümlelerle sıyrılıp gidiyorlar hayatımızdan.

Yarım kalmış bir şiir, tamamlanacak cümleler ararken kendine, kalbimizde bizi tamamlayacak olan diğer yarımızı arıyor yarımlığın gölgesinde asılı kalan bir çığlığın içinde.

Suskunluğumuza gömüyoruz hayallerimizi.


"Ben"le başlayan cümleler, yerini öksüz cümlelere bırakıyor.

Ne zaman konuşmak istesek,

Derdimizi anlatmaya çalışsak,

Keşkelerin kanadı kırık cümlelerinde lal oluyor dilin.

Sonrası koca bir hiçlik.

Yürek ağrısı.

"Sevgi" obje haline gelmişken sevgisizliğin uçurumundan atlarken buluyorsun kendini.

Ölmüyorsun belki ama ruhun çürüyor / uçurumun ıssız yamaçlarında.

Sesi kısılıyor yalnızlığın.

Bağırsan kim duyar ki seni?

Hiçlik.

Emeklerin kanayınca anlıyorsun, "Seni senden başkası sevmeyecek."

Kapat kalbinin perdesini.


Önceliği sen olmayan insanlar için heba etme pencere önü bekleyişlerini.

"Düş Ölüsü Kalbim."

Sevgim acıyor.

Duyuyor musun?

Zira ölüler duymaz değil mi?