Düşün,

gidecek bir yerimiz var.

Yollarından geçenleri uğurlayan yaz akşamları,

çiçek mevsimler,

soluğu göğe varan sarı başaklar,

gözlerimizde kaybolmuş telaş,

hiçbir şeye yetişemeyecek bir yaşamın umursarlığı.

Düşün,

yapacak çok şeyimiz var.

Güneşler topluyoruz,

güneşler eksildikçe.

Sokak lambaları kadar yorgun,

şehrin caddeleri kadar kalabalık,

içimizden uçup uçup gidenler

ve unuttuklarımız her günün sabahında.

Ne kadar unutursak artık

ne zaman doğarsak artık.

Biriktirip biriktirip hepsini birden saklarız avucumuzda.

Bir seni uyuturuz,

bir gökyüzünü izleriz,

olası milyarlarca yıldızı ve gezegeni.

Bir seninle suspus olup gideriz,

eski zaman sevmeleri gibi.

“Çok eskiden rastlaşacaktık” filmlerindeki gibi. 

Düşün;

Gülümsemenin henüz yasak edilmediği bir ülke,

sınırlarını yazı tahtalarında çizmişiz seninle, 

gökyüzünden bakınca cetvelle çizilmiş gibi tarlaları.

Yüz yıl sonra maskara olacaksak da kitaplarına politik sloganların,

yer altlarında ışıklar aradık sadece

kuş sesleriyle.

Dolup taştık belki ama sel olmadık.

Gülümseyip geçiyoruz işte, her yaşamın kıyısından

bir çocuğun en sevdiği oyuncağıyla.