Film başladığı andan itibaren seyircinin dikkatini bir süre üzerine çekemiyor. Yönetmenin bunu bilerek yaptığı aşikâr çünkü genelde izleyiciler filmlerde karakterlerden önce hemen olay örgüsünü kavramak, içine dahil olmak isterler ve bunu sık sık yapmaya alıştıkları için izledikleri her filmden bu şekilde bir anlam çıkarabilecekleri kanısına varırlar. Bu filmi izleyen bir seyirci başlarda olay örgüsünü anlayamadığı için sahneler üzerine yoğunlaşmayı bırakıp karakter tahlillerine yöneliyor. Bu da yönetmenin filmde karakter-seyirci ilişkisini ustalıkla kurduğunu gösteriyor. Seyirci bunun farkına vardığı andan itibaren her bir karakter üzerinde tahlillere gidiyor. "Bu karakterin filmde var olmasının nedeni nedir?" sorusunu kendine sormasıyla da aslında Düşler Ülkesi'ne dalıyordu. Karakterimiz Barrie’nin aslında bu işi bir meslek olarak yaptığını değil, yaşamış olduğu hayatın felsefesi haline getirmiş olduğunu görüyoruz. Tam bu noktada eşiyle ilişkilerinde olan problemlerin Barrie’yi tanımakta olduğumuz sahnelerde aralara serpiştirilmiş olması aslında birbirini hiçbir zaman tanımadıklarını bizlere göstermekte. Eşinin bu işe bir meslek gözüyle bakması da Barrie açısından işlerin yolunda gitmesini zorlaştırmaktaydı. Ayrılık sahnelerinde geçen diyaloglar da bunu destekler nitelikteydi. Bu sahnelerden sonra aslında filmin geri kalanına nasıl bir açıdan yaklaşacağımızı bilmiş oluyoruz, Slyvia ve ailesini de olaylardan ziyade karakterler ve arasındaki ilişkiler olarak görüyoruz. Artık zihnimizde filmle ilgili birtakım izlenimler oluşturmaya başlamamızla filmde olayların başlaması eşsüremli olmakta. Bu da izleyicinin merak ve ilgisinin filmin geri kalanında yüksek seviyede olmasını sağlamaktadır.

Sonrasında gördüğümüz Barrie, Slyvia ve çocukları arasında oluşan üçlü ve güçlü bir bağdı. Ara sahnelerle zenginleştirilme olsa bile dikkatimiz bu üçlüden kopmuyor, nasıl bir son olacağını merak ediyorduk. Her seyircinin yaptığı gibi filmin sonunu tahmin etmeye girişmekse belki de bu filmde hiç yapılmaması gerekendi. Sahnede Barrie, çocuklar hatta Slyvia’nın bile olacağını ve tasarladıkları şekilde oyun gerçekleştireceklerini düşünürken Slyvia’nın sağlık sorunlarını görmemiz adeta sonun başlangıcıydı.


Barrie’nin oyunu müthiş bir stratejiyle sahnelemesi de gözlerden kaçmadı. Peter ve yetişkinlik arasında kurulan ilişkinin tiyatro bitiminde insanların öksüz çocuklarla el ele, güle oyna çıkmasıyla da aslında her birimizin çocuk olduğunu, yaşın ilerlemesiyle içimizdeki çocuğu hapsettiğimizi gösteriyordu.

Filmlerde yönetmenler birden fazla olaylar zinciri kurarak izleyiciye güzel anlar yaşatabilirler. Ancak duygulara işlemek alışılagelenin dışına çıkmaktır. Bu filmi her yaş aralığındaki birey izleyebilir, her biri de filmin içinde kendi hayatlarından bir kesit bulabilir ve tüm bunları iki yetişkin, birkaç çocukla seyirciye yansıtmak bir başarıdır. Peter’in annesiyle olan ilişkisi de bazı sahnelerde dikkatle seyirciye işlenmeye çalışılmış. Belki de babasıyla yarım kalan mutluluklarını annesiyle tamamlayacağı yansıtılmıştır. Tüm ezberlerimizi, aynı zamanda da duygularımızı sarsan son dakikalarda ise Barrie ve Peter’in iki yetişkin gibi konuşması filmin bizlere yine gösterdiği ayrı bir trajediydi. Ta ki tüm bu süreç Peter’in gözyaşlarıyla son bulmaktaydı. Anne gideceğini biliyordu ama nereye olduğunu değil. Peter bir sevginin daha yarım kalacağını biliyordu ama nasıl olacağını değil. Bilinen tek şey Barrie’in geçmişinde annesiyle yaşadığı ayrılığı, yarattığı Düşler Ülkesi'yle hiçbir çocuğun yaşamamasıydı.