Aynı yüreği ve kaçınılmaz bir şekilde aynı yatakları paylaştığımız insanları bile gerçek manada hiç tanımadık Belgin, geceleri; yalnızlığımızın üstünü sıcaklıklarıyla örtsünler diye dokunduğumuz vücutları, gün doğduğunda ısrarla sildik üstümüzden... Verdiğimiz tüm öpücükleri, koşarcasına çıktığımız kapıların arkasında bırakıp tüm kucaklaşmaların geçtik üstünden.


Aldığımız her yarayla birlikte Belgin, bir öncekinden daha kuvvetli ve daha sarsılmaz duvarlar ördük önce evimize sonra yüzümüze.

Önce yüreklerimize

Sonra, ardında bambaşka duyguları sır yapıp gizlediğimiz, çerçevesi donuk gözlerimize


Sokaklarda fiyakalı kıyafetlerle yürüyüp marka ayakkabılar giyen, oluşumuzu yalnızca etimiz ve kemiğimizle tanımladığımız, biraz da çocukken oynadığımız oyuncak bebekler gibi porselen, düşse kırılacak, düşse tüm varoluşu küçücük bir süpürgeyle kaybolacak vitrin mankenleri yarattık kendimizden.

Korkusundan ve yalnız kalmaya olan çılgınca zaafından Belgin, insan doğasının; bir tuğla, iki tuğla derken aslı olduk, bizi güvende tutar umuduyla canla başla sarıldığımız beton yığınlarının.