Sanata ve edebiyata vurulan ket dalgalarının farkında mıyız? 

Yalnızca sanat ve edebiyatla da kalmıyor esas düşüncelerimize vurulmuş bu ketler ve bizde bunu onaylar gibi üstüne başka ketler vuruyoruz.

Sürünün gittiği yönden asla ayrılmıyoruz düşünmeye çalışmıyoruz anlamak kelimesinin anlamı vücut bulamıyor yalnızca lafta kalıyor. 

Bir şeye körü körüne bağlanmak hiçbir düşünce özgürlüğüne sığmazken körü körüne bağlandığımız ideolojiler hangi özgür düşünceye sığıyor?

Düşüncelerimiz gerçekten özgür mü yoksa özgürlük görünmez bir kafesin içinde mi?

Görünmez bile değil gayet görünür kafesler, demirden parmaklıklar içinde özgür olduğunu zanneden biz insanlar. 

Farklı düşünen, farklı konuşan, farklı bir duygu yaşayan tüm insanlar yavaşça değil hızlıca ötekileşiyor bu da farklılıklara duyduğumuz sözde saygıdan geliyor olmalı.

Bu ötekilenme duygusunun en basit tanımı 

"Onlarla aynı düşünmediğim için beni sevmeyebilirler" ya da 

"Sürüden ayrılırsam beni kurt kapar" ya da 

"Onlar böyle düşündüğüne göre doğru olan bu" aslında buraya buna benzer birçok cümle yazabilirim ama sıkıcı olmak istemem. 

Peki neden oluyor bu kendimizi öteki insanlar gibi hissetmemize neden olan bu duygu ne olabilir? 

"Benim gücüm neyi değiştirebilir ki" 

"Yalnız benim çabamla olacak iş mi" 

Evet işte duymaktan son zamanlarda daha fazla nefret ettiğim o söz yığınları benim gözümde yalnız çöp yığınları... 

Sözcükler yan yana dizilirken şaheser olabilecekken neden onları söz yığınlarına dönüştürüyoruz? 

Çünkü insanız.

Değil mi ki denizlerin ve ormanların kirlenmesinin de esas sebebi,

İnsan 

İnsanın elinde öyle bir güç var ki 

sözcükleri dizmek için azıcık çaba sarf etse dünyanın en güzel cümlesi,

Çaba sarf etmese bir dolu söz yığını

Birazcık sarf etse yaradılışta cennet gibi yaratılan dünyayı,

tek yapması gereken dokunmadan öylece bırakmak ama geçtiği yerin arkasında çöp yığınları... 


Evet ötekilere dönelim biz ötekiler miyiz? Kendimizi böyle hissetmeye zorlanmış mıyız yoksa böyle hissetmek kolayımıza geldiğinden mi böyle hissediyoruz?

Ötekileştiriliyoruz, değersizleştiriliyoruz kendimizi sevmeye ve önemli görmeye unutturuluyoruz. Belki de bunu kendi kendimize yapıyoruzdur. 


Ötekiler demişken çocukken yaşadığım bir duygudan bahsetmek isterim çocuk derken bu duygunun bendeki ömrü biteli belki bir kaç yıl oldu belki bir kaç ay belki de birkaç saat ama o duygunun en zirvesini çocukken yaşamıştım diğer tüm duygularım gibi. 

Çocuk duygularımın aslında bir çoğunu severim ama bu ötekilik duygusunu hiç sevmezdim 

İzlediğim filmler, oyuncular, yazarlar, şairler, resimlerine baktığım ressamlar dinlediğim şarkılar onları seslendiren şarkıcılar ve daha yazamadığım sanata, edebiyata, düşünce hayatına dair her şey ve herkes gözümde apayrı bir dünya ayrı bir alem ayrı bir yaşama ait gibiydiler...

Bizde ötekilerdik sadece izlemek için veya okumak için gelenler. 

Bu duyguyu inkar edemeyiz bir çoğumuz yaşadık, belki hepimizin öteki olduğu yer ayrıydı ama birçoğumuz yaşadık.

Kendimizin o dünyadan olduğuna hiç inanmadık ama o gördüğüm ayrı dünyadaki insanlarda sadece bizim gibiydiler aynı dünyadaydık. Onlarda bizim gibi doğmuştu aynı hayata ve belki bir çoğu sanatlarının ölümsüz olduğunun yaşarken farkında bile değildi...


Sanata ve edebiyata biraz daha değinmek istiyorum. Biraz önce bahsettiğim demirden parmaklıkları burada da görüyorum ne yazık ki. 


Hâlâ yazmayı, okumayı, düşünmeyi ve farklılıklara saygı duyabilmeyi başarabilen maalesef ki ülkemizde hatta dünyada yüzdelik açıdan fazla yer kaplamayan kesimi sözlerimin dışında tuttuğumu söylemek isterim.


Gelgelelim demirden parmaklıklara özellikle bir kesimde gözüme çarpan bir sanat kafesinden bahsetmek istiyorum,

Bu kafesin kendi yaşadığı dönemde kıymeti bilinmeyen değeri ancak öldükten sonra anlaşılabilen sanatçılarımızla örülen demir parmaklıkları var,

Ve bir de sosyal mecralarda belli bir üne kavuşup bir nevi yolunu tutturabilenler.

Sanatı ve sanatçıyı şu an yaşadığımız dönemde aramaktan aciz miyiz? 

Edebiyat derslerinde senelerdir aynı eserleri çözümleriz. 

Bu çağın sanatçılarının kıymeti de mi kaybettikten sonra anlaşılacak? 


Şimdi kemikleri bile olmayan Osman Hamdi beyin tablosunun milyon dolarlara satılmasının ne kadar anlamı var?

Önemli olan tablodaki anlam mı yoksa milyon dolarlar? 

Onu duvarına astığında sanat evine mi dolar?

Gerçekten bu mu sanata verilen değer? 

Bunun Osman Hamdi beye ne faydası var? 

Ki sanatın faydadan uzak bir eylem olduğu düşüncesindeyim pragmatik düşündüğümden değil sözlerim.

Ölümsüzlüğü eserleriyle tatmanın elbet var haklı ve özenilecek bir gururu.


Sözlerim yaşadığımız çağın Osman Hamdi Beylerini neden görmediğimiz, bir nevi körleştiğimiz...


Peki ya yok mudur bu çağın bir şeker portakalı, küçük prensi

Vardır elbet sokaklarda dolaşan bir Cemal Süreya' sı 

Kahvesini yudumlayan Özdemir Asaf'ı 

İyimser konuştum biraz özür dilerim 

Büyük ihtimalle kpss'ye çalışan bir İlhan Berk'i 

Ve elbet vardır depresyonda bir Frida Kahlo'su 

Ve daha binlercesi sanırım son iki örneğim daha gerçekçi.

Demir parmaklıkların kuvvetinin elbet farkındayım zaten sanatın ve düşüncenin gücü, güçlerin ve kuvvetlerin çok ötesinde değil mi?

Çağımın sanatının, sanatçısının, yüreğindeki inanca tutunabilenlerin, düşüncesini özgürce savunabilenlerin değerinin bilindiğini görmek istiyor gözlerim...

Ve en büyük özlemim parmaklıkları aştığımız günleri görmektir...