Düşünmenin temelinin hep sorgudan geldiğini bildiğim gibi düşünmemenin temelinin de sorgulamamaktan geldiğini çok iyi biliyorum. Ama bu iki eylemin de düşünülerek yapıldığını göze alırsak, aslında sorgulamamak istediğimizde düşünüyoruz. Dolayısıyla, sorguluyoruz, bu da bizi kısır bir döngünün içine atıp bir güzel kavuruyor. İşte pişti! Tandırda insan beyni! Afiyet olsun. Sürekli düşünmenin ve anlam çıkarmanın hazzı elbet tükenmek bilmez bir rahatlığın nedenidir. Ama ben hiç de rahat olamıyorum, çünkü sorguladıkça sorguluyorum ve zamanında Nietzsche'nin anlattığı bir adam gibi alıp başımı gidiyorum bir çoban olarak.

Peki ya haklılarsa cehalet erdemdir derken? Bundan korkuyorum çünkü cehaletin erdem olduğu bir dünyada bir nefes dahî almak istemiyorum. "Oksijen," diyorum "girmesin artık vücuduma" ve bir yutkunmadan sonra da ekliyorum "verin baldıranı önce ayaklarım sonra da göğsüm uyuşsun! Son sözlerim bıraktığım borçların ödenmesi olsun!"

     Bu son isteğim siz okuyuculara garip gelse de bundan çok seneler önce yaşamış bir adam demişti bunları, sivri dilli insanları konuştuğuna pişman eden bir adam. Bazen o adamı düşünüyorum, saçı başı karışmış görüntüsünün altında bıraktığı her şeyiyle, ilk öğrencisini ve sonrasında gelen yüzbinlerce öğrenciyi düşünüyorum. Ben de onların arasında mıyım bilmiyorum henüz. Fakat biliyorum ki asla o adam gibi soğukkanlı olamayacağım, her zaman ölümün ve onun yanında getirdiklerini düşüneceğim ve hiçbir zaman da ölüm döşeğinde borçlarımı düşünemeyeceğim.

     Şimdi bu sakallı ve pis görüntülü adam hakkında çoğu şeyi biliyorum, hayatını ve nasıl yaşadığını, eşini ve üç çocuğunu biliyorum. Ama bunların yaşam yolunda bana faydası yok, bunu da biliyorum. Zaten düşünmeye başlanan o an, tanıdığın herkesin unutulduğu andır. O mükemmel an bittiğinde tadı damağımızda kalır ve deriz ki "keşke biraz daha düşünebilsem, keşke biraz daha hiçbir şeyi düşünmeden düşünebilsem." ama bu mümkün bile değildir. Çünkü ne de olsa boğazınıza dayadığınız ustura sizi kesmeden siz onu kıramazsınız, yani önce öleceksiniz ki iyice düşünebilesiniz. Sokrates denen adam da böyleydi işte.

     Ölümü uzatmadan, daha da gülünç olmamak için şunları diyerek getirdi kendine:

"Kriton, dedi Sokrates; o adamlar böyle yapmakta haklıdırlar, çünkü bununla bir şey kazandıklarını sanırlar; bense yapmamakta haklıyım, çünkü bir şey kazanacağımı sanmıyorum. Zehiri biraz daha geciktirmekle kendi kendime gülünç olurum; hayata boşuna yapışıyorum, tükenmek üzere olan her şeyi tutmaya çalışıyorum diye. Haydi, haydi dediğimi yap, boyuna karşı koyma bana"

     Yine de bu kadar bile cesaretli olamam. Baldıranı bu kadar istemek, insanın bile bile uçurumun tam da kenarına gelmesi, gerçekten korkunç. Ya da değil, bunu bilemeyiz öyle değil mi? Pyrrhon diye birisi vardı uçurumu bile severdi. Sokrates belki de Pyrrhon'la öldüğünde görüşmüştür, bunu bilemiyorum. Önemi de yok. Sanırım artık biliyorum hiçbir şey bilmediğimi.