Sokağın sonunda yeşil bir kapı.

Kapının üzerinden sokağa taşan kocaman, ulu bir dut ağacı.

Dikerken yiyen herkese helal olsun diyerek dikilmiş bir dut ağacı.

Senelerce sanki bu cümleye hizmet etmek ister gibi yayılmış olan bir dut ağacı.

Kökleri sanki bu evde birilerinin yaşadığına ispat öyle derinde. Gitmediler demek ister gibi de tüm gücüyle toprağa tutunmuş.

Etrafında sesler... Genelde birbiriyle anlaşamayan ama birbirlerine muhtaç yaşlı bir çiftin sesi. Çocuk yaşta yolları kesişen ama coğrafyaları birbirlerini sevmeyi öğretmemiş yaşlı bir çift...

Titreyen eller, içine mesken tutmuş onca acıyı taşıyan kırışıklıklar...

Sonu haber veren acılar...

"Bu kadar gülmeye hakkın yok, geleceğin yer yine benim" diyen toprağa inat onca telaş, onca kahkaha.

Çok ceviz ve çokça ceviz ciğesi...

O cevizleri ve ceviz ciğelerini ağırlayan koca bir "hayat..."

O hayatın hükümdarı başköşede herkesi ağırlayan dut ağacı...

O evdeki varlığın temsili, kolları kadar nefes taşıdığının ispatı dut ağacı...

Bir gün o kahkahalar ve telaşlar kesildi. Adeta o toprağa hizmet edercesine. Herkes yakışanı yaptı. Tüm cevizler ve ceviz ciğeleri toplanıp vazifesini yerine getirdi.

Dut ağacını kestiler...

Bir zamanlar başkasının ceviz ciğesi olanların vedası selası ile duyurulmadı.

O sokağa gidin. Sokağın sonundaki yeşil kapılı evde ulu bir dut ağacı yok artık. İşte o an kulaklarınıza fısıldanacak o çınarın selası.