“Dur bakalım, şuraya bir gideyim göreyim. Dönüp sana nasıl bir yer olduğunu anlatırım.” Böyle demişti giderken Bay Serçe. Birkaç dakika geçtikten sonra arkadaşlarının yanına gelirken, kanat çırpmalarının saniyedeki hızının arttığı belli oluyordu. Bay serçenin arkadaşları, onun dönüşünü izlerken, gelişinde bir tuhaflık olduğunu konuşuyorlardı.


Bay Serçe nefes nefese;


“Ooo… orda bir yol var. Yola doğru biraz ilerledim. Sert olmayan ama yumuşak da diyemeyeceğim bir şeye çarparak... çarparak durdum. Gagamla daha ileri gidip gidemeyeceğimi kontrol ettim ama haşır huşur sesler gelince, geriledim. Ooo şey canlı bir şey olabilir!”


“Şu görünen delikte mi oldu tüm bunlar. Seni bu kadar heyecanlandıran, şu ufacık yer mi?” diyerek göğsünü kabarttı arkadaşlarından biri.


“Yaa peki dümdüz bir şey mi karşına çıkan yoksa pürüzlü mü?


“Düz değildi, hatta biraz kıvrak bile olabilir!” dedi bay serçe.


“Belki de bizlerden biraz daha iri arkadaşlara söylemeliyiz, bir de gidip onlar baksın. Mesela Kaya Güv’e söyleyebiliriz.”


“Evet hemen Kaya Güvlerden birini çağıralım” diyerek, Bay Serçe’nin arkadaşlarından ikisi olanları anlatmaya uçtular.

Kaya Güvlerden ikisiyle beraber döndüklerinde, Kaya Güvler merakla olayın nerde gerçekleştiğini, gidip bakmak istediklerini söylediler. Bay Serçe onlara, karşıdaki deliği göstererek dikkatli olmalarını söyledi. Kaya Güvler, küçümseyici guruldamalarıyla karşıya doğru dönerek kanat çırptılar.


Önce dışarıyı, sonra içeriyi süzen Bay Güvlerden biri içeri doğru bir adım attı. İkinci adımında önü karanlıktı ve hemen arkasında arkadaşı ile onun başının ardında gökyüzü görünüyordu. Bay Güvler, karşılarında ne olduğunu anlamak için adım adım girdiler karanlığın içine. Bir sonraki adımlarında sert olmayan dalgalı bir şeye tosladılar. Hemen gagalamaya başladı öndeki. Arkadaki de orda bir yerlerde başka biri olup olmadığını anlamak için durmadan guruldamaya başladı. Arada bir durup, karşılarında ne olabileceğini tartışıyorlardı. Yakınlarında yemek olmadığına göre, canlı bir şeyler olması pek mümkün değildi. Öndeki Kaya Güv, gagaladığı yerin içeri doğru gittiğini fark edince bir parça kopardı. Onu gören arkadaşı, bir anda dışardan da duyulacak şekilde guruldadı.


“Tatsız bir şey bu, öyk” diyen Kaya Güv, arkaya doğru sendeledi. “Hadi gidelim, burada heyecan duyulacak bir şey yok.”

Kaya Güvler, Bay Serçe ve arkadaşlarının yanına geldiler. Küçük deliğe girdiklerini, karanlık olduğunu iki kişi yan yana sığamayacakları kadar küçük bir yer olduğunu anlattılar. Yağmur yağarken bir kişinin durabileceği kadar, rüzgâr almayan bir yer olduğunu da eklediler.


“Eee bırakın yağmuru rüzgârı, kıvrak şeyle karşılaştınız mı nasıldı?” diye heyecanla lafını kesti.


“Evet kıvrak dediğin şeyden bir parça kopardım maalesef. Tadı rezaletti! Canlı değildi, hiç sesi çıkmadı. Ufacık da olsa bir hareketi olmadı. Dedim ya gagaladığım yer öylece kaldı. Merak edilecek bir şey yok bizce. Güzel ağaçlar, kozalaklar dururken o karanlık deliğe girmeye lüzum yok. Biz gidiyoruz.” Kaya Güvler guruldanırken, 


“Teşekkür ederiz yine de Kaya Güvler, görüşürüz.” Dediler Bay Serçe’nin arkadaşları.


“Duydun ya Bay Serçe, merak edilecek bir şey yokmuş ama yine de bir kez de beraber gidelim. Bir de biz görelim şu gagaladıkları şeyi.” Diyerek Bay Serçe önde, arkadaşları yanında deliğe doğru kanat çırptılar. Birkaç saniye, içeriye ikişer üçerli girip çıktılar. Hatta iki tanesi, yolda şarkı bile söyledi. Vardıkları yeri gagaladılar, sıkılıp geri çıktılar. Bu deliğe girip çıkmaları bir süre devam etti. Delik onları konuk eden bir misafirhane gibiydi. Giriyor, gagalıyor, sohbet edip şarkı söylüyor ve çıkıyorlardı.


Bir gün, Bay Serçe, deliğe bir kez daha tek başına gitmeye karar verdi. Ona göre, başka bir şey olmalıydı yolun sonunda. Gagaladıkları o “şey” başka bir yere açılabilirdi. Kimseye söylemeden, durgun dingin bir havada deliğin içindeydi. Önce her zamanki gibi biraz daha gagaladı, yoruldu. Biraz durdu ve yeniden gagaladı. Yoruldu, gagaladı ve yeniden. Hiç bitmeyeceğini düşünürken, arkasından bir guruldama duydu. Kaya Güvlerden biri onun deliğe girdiğini görmüş, peşinden gelmişti.


“Buranın ardında başka bir yer olabilir. Şu kıvrak şeyi biraz daha parçalayabilirsem görebilirim. İnanıyorum. Fakat biraz yoruldum, bana yardım edebilir misin?” dedi Bay Serçe.


“Tabii, şimdi sen arkama geç ve ben gaga darbelerimle onu indireyim.” Diyerek Kaya Güv, başladı gagalamaya. Gittikçe daha kolaylaşıyor ve biraz daha ileri gittiğini hissediyordu.


İki üç gaga darbesinin ardından, delik açılıverdi. Kaya Güv, önünde açılan boşluğun karşısında sendeledi. O sırada birkaç tüyü, deliğin diğer tarafına doğru uçmuştu. Bay Serçe, heyecanla cıvıldayarak teşekkür etti. Kaya Güv, delikten şöyle bir başını uzatıp Bay Serçe’ye döndü;


“Mavi bir gökyüzü yok burda, Ben gidiyorum. Sen istediğin kadar kalabilirsin”


“Teşekkür ederim, ben de bakmak istiyorum. Fakat senden ricam, burada olduğumu kimseye anlatma.”


Kaya Güv, guruldayarak kanat çırparken Bay Serçe, titrek adımlarla deliğin başına geldi. Geldi, geldi ve kanatlarını çırptı. İşte tam da düşündüğü gibi başka bir yerdeydi. Değişik bir kokusu vardı bu yerin, değişik renkleri… Küçük bir çam gördü, tanıdık bir şey diyerek çamın dalına doğru gitti. Tanıdık ama farklı bir şeydi bu çam. Kokusu tadı yoktu. Sonra hemen karşıda toprağın kokusunu aldı, toprağa kondu. Toprağı adımlarken, toprak hemen üç beş adımda bitti. Tanıdık ama küçük geldi bu toprak Bay Serçe’ye. Başka bir yeşilliğe ve altındaki toprağa indi, burası daha da küçüktü. Bu kadar küçük topraklarda gezinmek, ne kadar mümkündü. Kanatlarını açtı yükseldi, yükseldi, beyaz bir zeminle karşılaşınca yükselmeyi bıraktı. Dilediğince uçamayacaksa kanatları niye vardı.


Bay Serçe’nin deliğin ardında geldiği yer şüphesiz ki başka bir yerdi. Başka bir dünyaya ait. Dışardakinden daha güzel değildi ama. Dilediği gibi konduğu ağaçlar, seslerini duyduğu arkadaşlar yoktu. Çam tatsız ve kokusuzdu. Gökyüzü beyaz ve sınırlıydı. Geldiği yere deliğin ucuna geri dönüp dışarı çıkmak en iyisiydi. Bay Serçe, merak ettiği başka yerde bir kez daha kanat çırptı ve geldiği delikten dışarıya çıktı.

Pazar akşamı eve dönmüştüm. Salona girip yeşil üçlü koltuğa oturdum. Bir süre sonra çiçekliğe, pencereye doğru bakarken, pencerenin sağ tarafına düşen klimanın bilmem nesi için delinen boşluğa takıldı gözüm. Ev sahibi çıkarken, klimayı sökmüştü. Klima takılıyken işlevi olan o delik boşalmış biz de oraya evi düzenlerken gazete sokuşturmuştuk. Bu akşam gazeteler yerinde yoktu. Tedirginlikle koltuktan kalktım. Eve fare ya da kuş girme ihtimali canımı sıktı. Zaman zaman duvarın ardından sesler duyuyordum, kuş cıvıltıları, tıkır tıkır minik hareketlenmeler. Gazetenin yerini başka bir şekilde doldurmayı düşünmüştüm ama onu parçalayacak kadar başarılı olabileceklerini düşünmemiştim. Salonun köşesine, deliğin altına doğru gittim. Yerde tozlar vardı ve gri bir kuş tüyü… Geri döndüm, diğer odadan kargo kolilerinden küçük birini buldum. Bir parça karton kesip, bununla uğraştığıma öfkelenerek koli bandıyla deliği yeniden kapadım.


Evet, Kuş misafirhanesi yeniden hizmete açıldı. Komşularım gelip gidiyorlar. Bazense misafirhanede hiç ses olmuyor…