Her geçen gün,

Ölüme yürürken,

Vazgeçip, geriye dönmeyi

Düşünmemi sağlayan,

Bir duraksın sadece.


Ölüm çanı var içimde,

Üstelik bir saatim ben,

Çan çalamadan,

Uzun uzun,

Durduğum o yersin işte sen.


Kızıl yollar kurumuş,

Ölüm çimleri susamışken kana,

Beni bekliyorken akbabalar,

Yer yarılıpta içine düştüm,

Gerçekliğin ve sanrıların arasında,

O koca yarık sensin işte.


Saydım,

Bacaklarım titremeden,

Tam bir milyar adım.

Kim bilir geçmişimdir kaç adı?

Gördüm seni ya,

Ki anladım kaçmalı insan ölümden.

Ya da sadece beklemeli.


Ne geriye gitmeli insan,

Ölümden,

Ne ileriye gitmeli yaşamdan.

Bunca yolun ardından,

Geriye dönecek olursam,

Biliyorum, öleceğim aşkımdan.


Bir insan neden ölür ki aşkından?

Yaşam dediğin türlü türlü acı,

Türlü türlü zevk ve haz değil mi?

Hayat dediğin bilmek,

Sevmek ve bazen nefret etmek.


Nefretinden köpürüyor insan,

Da neden ölüyor aşkından?

Nefret karası ise, bir hediye hayattan,

Beyazın ne üstünlüğü var siyahtan?

Eşitse ruhunda insanın,

Nefret ve aşk,

Beyaz ve siyah,

Neden ölür insan aşkından?


Son olarak, titriyor tiz sesler,

Ürperiyor ruhum hafiften,

Çokluğu da gördüm,

Yalnızlığı da.

Biri çok şey öğretmedi ötekinden,

İkisine de çok yürüdüm ama,

Hiçbiri gerçeği çok göstermedi ölümden.


Aksi düşünceler hep tırmalar zihnimi zaten,

Bundan ya, saptım bildiğim tek gerçekten,

Hem siyah, hem beyaz giydiğimden,

Üstelik üşenmeden, ton yolu yürüdüğümden,

Ne çıktı ruhuma söyle koca duvar?

Döndüm ölüm yolundan, aşkımdan,

Ne çıkar ruhuma, taş duvar,

Şimdi ölüyorsam eğer nefretimden?


Bana çıkar ki hayatım,

Yol işte aynı yol.

Dönsen biçare,

Yürüsen biçare,

Yol, yol işte hayatım,

Başında aşkım,

Ortasında nefret ki nefret,

Sonunda hayatım, ölüyoruz nihayet!