Duyguyla mantık arasındaki gerilimde tarafımızı nasıl seçiyoruz? Çok mu zor bu seçimi yapmak? Taraf seçimi bir iş, tamam. Ama sonradan buna eklenen başka bir dert daha var içimde. İnsan bu ikisi arasındaki seçimi nasıl yapıyor? Duygularıyla mı, mantığıyla mı? Peki hangisi daha yönlendirici? Hangisiyle hareket etmeye daha yatkınız?


Duygularımızla hareket edersek, daha doğrusu kendimizi duygularımıza bırakırsak ne olur? Olan biteni doğru değerlendiremeyip yanlış yapma ihtimalimizi artırırız. Devamlı olarak bunu yaparsak da, hayatı sürdüremeyecek kadar yanlış olur elimizde. Tüm insanların bunu yapması da gerçek bir kaosla sonuçlanır herhalde. Peki tamamen mantıkla hareket edersek? Aklı, zekayı kutsayıp duygularımızı hiçe sayarsak, robot-vari seçimler yaparsak nereye varırız? Duygusuz, empatisiz, iyi-kötü tasavvuru olmayan makinelere dönüşürüz. Tanıdık geliyor bu. Denenmişti bir yerlerde. Modernizm! Dünya Savaşlarıyla, Dachau, Auschwitz, holokostla sonuçlanan, öldürmenin, yok etmenin sistematik faaliyetlerle gerçekleştirildiği bir kabus...


Belki de kaçınılmazdır gücü elinde tutan insanların duyguları devreden çıkarınca kötücül muktedirlere dönüşmesi...


Bir insanın saf mantıkçı olması ya da bunu iddia etmesi rahatsız eder beni. Duygularını hiçe sayan, tanımayan ya da kabul etmeyen insanlardan irite olurum. Mantığın hayatımızı şekillendirmedeki rolünü görmezden gelecek halimiz yok, ama duygular nasıl baz alınmaz?


Aslında Nietzsche'nin coşkun duyguculuğu çok cazip geliyor. Hayatı yaşanır kılar gibi görünüyor bana. Heyecanlı, romantik, neşeyi de hüznü de hakkını vererek yaşamak... Ama mantıkla örülen ilmekler, zekayla katedilen yollar da bir o kadar çekici. Hatta başlı başına zeka, bir insandaki zekayı görmek bile bizatihi son derece çekici. Tıpkı duygusal yoğunluğu yüksek bir insanı tanıyınca ona doğal bir çekimle yakın hissetmek gibi.


Hangisinin çalkalanmaları daha kötü ya da tehlikeli? Duygusal çalkantılarımız en uç noktada nereye varıyor? Depresyon? Depresyonun sürüklediği daha acı tablolar ya da. Peki mantıksal akıl yürütmelerimizin dengesi şaşınca? Aldığımız, muhtemelen hayatımızı mahvedecek olan kötü kararlar bir taraftan da doğrudan duygularımızın hanesine mi yazar, "Dürtülerimizden, duygularımızdan geldi." mi demeliyiz o durumda?


İnsanlığa hangisi daha kritik biçimlerde hizmet etti? Tarihin akışını hangisi daha çok belirledi? Duygularımızın yönlendirmesiyle giriştiğimiz işler mi, yoksa aklımızla yaptığımız icatlar, kurduğumuz planlar, ortaya çıkardığımız sistemler mi? Peki bunları bize yaptıran neydi? Temelde yine duygusal motivasyonlarımız değil mi? Bunun totalini hesaplamak zor ama, diğer canlılardan daha fazla düşünüyor olmamızı baz alırsak mantığın buradaki ağırlığını kabul etmek zorundayız.


Psikolojinin bilinçaltını keşfiyle birlikte aslında istediklerimizin, duygularımızın arka planında da ne kadar başka dürtüler olduğunu öğrendik. Evrimsel süreçte getirdiklerimizi, genetik olarak taşıdıklarımızı, bireysel anlamda sahip olduğumuz arka planı... Bunlar bizi hem duygusal hem mantıksal anlamda yönlendirirken temelde neler olduğunu daha fazla biliyoruz bugün.


Bana kalırsa insan duygularının yönlendirmesiyle başlıyor işlerine. Duygularımız bir şeyi istememize neden oluyor, mantığımız ondan sonra giriyor devreye girecekse, duygunun taleplerini yerine getirmek için. Ancak nörolojinin beyinde gerçekleşen süreçlerle bunların; arzularımızın, dürtülerimizin ortaya çıkması konusundaki çalışmalarına girmiyorum.


Bir de şu var: Bir şeyleri, örneğin duygusal olarak arzuladığımız bir şeyi zihnimizde rasyonalize etmeye çalıştığımızda, kendimizi ikna etmeye doğrular veya bahaneler aradığımızda mantığımız nasıl da örüyor ağları hemen. Mantığın duyguya en gizliden yardımı bu belki de.


"Zavallı akıl, beni çürütmek için dayandığın kanıtları yine benden alıyorsun." Demokritos, duyuların ağzından akla söylüyor bunları. Aklın eninde sonunda duyulara muhtaç olduğunu göstermek için. Biz de mantığın tarafından duygulara söyleyelim. Duyguları savunmak istesek bile tüm argümanlarımızı mantıktan alacağız zorunlu olarak. Sanırım bu da mantığın duygu karşısındaki en net üstünlüğü.


Genelde duyguya mal edilen, mantığı görmezden gelenlerin sevdiği bir konu: Aşk. Bir insanı -aşkla ya da daha basit bir formda- sevmek için bile mantığın bir şekilde devrede olması gerektiğine inanıyorum. O mekanizmayı anlatabileceğimi sanmıyorum ama, mantığı katmadan sevme işi biraz kuru, hatta belki biraz sahte geliyor bana. İnsan sevgiyi hak etmeli. Sebepsiz sevgi nasıl olur?


Toplumsal işleyişte bunları da cinsiyetlere atamaktan çekinmediğimiz gibi, erkeklere teslim ettiğimiz mantıkta moderniteyle de bir erillik tesis ettik. "Modernitenin eril prensi" oluverdi mantık. Sonuçlarını gördükten sonra kadınları da duyguları da devreden çıkarmanın ne kadar ahmakça olduğunu kavrayamamak için mantığı da hiç kullanmıyor olmak lazım.