Korkular ne diye kuşatır ki dört bir yanımı?


En büyük acıyı hissedeceğim günü biraz daha geciktirmek için sevgi ve cinselliği iki yüzlü bir şekilde kullandığım zamanlar. Ne gariptir ki o anların büyüsü içimdeki cehennemin yanındaki küçük cenneti keşfetmemi sağladı. Aşık olmanın, sevmenin, sevişmenin ve bedenlerin birbirlerine ait oldukları saatlerin aracılığıyla yeşeren bir cennet. Hatta bazı zamanlarda cehennemimin dehşetli kuyularından fışkıran alevlerin kahredici acısını hissetmememi sağlayacak kadar güçlü bir cennet.


Doğrusu budur diyerek yalancı hislere kapılmaya pek müsait bir insan olmak, karşılaşmaktan korkulmaması gereken o içsel düşmanın varlığını geçici bir süreyle unutmayı sağlar. Karanlık tarafın ehlileştirilmemiş gücünü yok sayıp aydınlık tarafa çekilerek görmezden gelmeyi...


Peki ya kendimizi teslim ettiğimiz aydınlığın tükenmeyecek doğal bir kaynağa değil de pamuk ipliğine bağlı beşeri bir kaynağa bağlı olduğunu hissettiğimiz o an! İnsanların yalancı duygularının neredeyse fark edilmez bir benzeri haline geldiğimizi fark ettiğimiz o an! Üstüne kapıyı kapatarak hapsettiğimizi sandığımız karanlık odanın tam merkezinde olduğumuzu hissettiğimiz ve ruhumuzun her bir noktasına en savunmasız ve acıya en dirençsiz olduğu vakitte bütün sivri uçların yöneldiğini gördüğümüz o garip ve dehşet verici an!