On dört yaşında başladım yazmaya. Hayatımdan onlarca insan geçti. Kimileri sadece geçip gitti. Kimileri çok büyük izler, acı dolu dersler bırakarak gitti. Kimileri hâlâ benimle ya da kısmen bir yerlerde.

Başlarda arada bir kenara köşeye yazıp bırakırdım, bazen okumadan çöpe atardım. On beş yaşında liseye geçtiğimde yakın arkadaşım -çizimleri de yazarlığı da çok iyiydi- bana bir kalem hediye edip “Ben bununla yazıyorum, sana da aldım, sen de yaz. İstersen bir daha okuma yazdıklarını, ama yaz.” demişti. Yazmaya başladım. İnsanlar gelip geçmeye devam etti, defalarca kırılıp döküldüm, tekrardan toparlandım, yazdım. Dünyanın bir ucundan diğer ucuna yaşamaya gittim, yazdım. Geri geldim, yine yazdım. İçimin kan ağladığı gece sabah beşe kadar yazdım. Yüreğimin paramparça olduğu gün elime kramplar girene kadar yazdım. Hâlâ daha da yazıyorum; bugün, bu gece hâlâ yazıyorum. Odayı kaplayan acı, mürekkep olup tükenene kadar yazacağım. İçimde altında ezildiğim ne varsa daha fazla ezilmeyeyim diye tekrar tekrar yazmaya devam ediyorum. 

Hayatta sanattan, edebiyattan, benim hayatımda yazdıklarımdan, çizdiklerimden daha sağlam bir kapı olmadığını anlayayım diye her seferinde çizgilerimi daha sert çizip mürekkebimi daha da koyulaştırıyorum. 

Bir kere daha gözler önüne sermek için yüzüme vura vura; neyim var edebiyattan, yazdıklarımdan başka diyerek

yazıyorum,

yazacağım.