Kemal Bilbaşar’ın romanı Denizin Çağırışı, Albert Camus’nün Yabancı’sından bir yıl önce yazılmış, Türk edebiyatında “yabancılaşma” konusunu ilk işleyen eser olarak muhtemelen anlaşılmadığı için önemi fark edilmemiş bir eserdir. Her ne kadar kitabın ortalarında, sonunun ne/nasıl olacağını hissettirse de benim için edebiyatımızın erken dönem şaheserlerinden biridir. Genelde köy romanı/köy teması yazan Bilbaşar’dan ilk varoluşçu-yabancılaşma eserini okumak, farklı ve güzel bir deneyim. Üstelik Camus gibi yoğun anlam ve sürükleyiciliğe sahip. İşlediği biliçaltı kavramlar da bir hayli önemli. Bu kavramlardan önce, çok fazla (yeni çağın dediği) spoiler vermeden kitaptan bahsetmek istiyorum. Öncelikle şunu söylemek gerekir ki eser, varoluş ve yabancılaşma meselesi üzerine kuruluyken küçük piskoz durumlarıyla kendi sonunu gerçekleştiren bir kahraman üzerinden ilerler. Bu kahramanın adı yok. Ne bir isim ne de bir harf ile adlandırılmamış. Bu, bize yabancılaşmanın ilk belirtisini göstermiş oluyor. Eserin bir bölümünde Rousseau’nun Soylu Vahşi’sinin sinyallerini de görüyoruz. Bunu köy romancılığına da verebiliriz tabii. Ama mesele okur merkezli inceleme ise ben buna, kesinlikle, Rousseau’nun kuramından yararlanma derim. Bu ara bilgiden sonra devam etmek gerekirse Ahmet Haşim şiirlerinden sonraki ilk en büyük “yalnızlık” eseri olabilir. Daha önce bahsettiğim anti-kahraman, burada da başkarakterdir. Öğretmen olan karakter, yaşadığı ve mesleğini sürdürdüğü kasabadan İzmir’e bir arkadaşının yanına geldiği gibi yalnızlık ve sözde dostlukların ve toplumun eleştirisi başlar. Gazetecilerin, polislerin, memurların vs. eleştirisidir. Anti-kahramanımızın tutunacak dal arayışı, eser boyunca devam eder. Zira kendisi yalnızdır; baba ve annesini kaybetmiş, hiçbir kadınla ilişkisi olmamış bir öğretmen. Yabancılaşmayı işleyen pek çok eserde bu cinsel münasebetlerin göz ardı edildiğini fark etmemek mümkün değil. Üstelik karakterin temizlik takıntısı da bu münasebetlere engel olan sebeplerden biridir. Lafı sözü çok uzatıp eserin gizemliliğini ayyuka çıkarmak istemiyorum. Yapılan bir çalışmada birkaç bilinçaltı kavramı sunulmuş bu eserle alakalı. Fakat biraz daha derine inince birçok kavram bulabiliriz. Bunları; ayna, anne, baba, intihar, yalnızlık, deniz, karanlık, ışık, marul tarlası, lüks takıntısı, cinsellik, aşk ve yıkım olarak çoğaltabilirim. En temel kavramlar zaten psikanalitik açıdan incelenenler: ayna, deniz, intihardır. Eserdeki tüm bilinçaltı kavramlarının en önemlisi, bence deniz. Kilit nokta; yola çıkılan ve varılan nokta hep denizdir. Deniz, bilindiği üzere güçlü ve önemli bir arketiptir. Her şeyden önce ana kucağı, ana rahmi, ana rahmine dönüş, yeniden doğma, saflık, temizlik, huzur, yolculuk, arınma gibi anlamlara tekabül eder. Babası denizde intihar eden kahramanımızın ilk bilinçaltı kavramı bu şekilde oluşur. Deniz, onun için babanın yolu, yeniden başlama ya da sonlandırmadır. Varoluş sıkıntısı yaşayan ve kişiliğini gerçekleştirememiş birçok kişilerde deniz ya da nehir intihar kucağıdır. Aslında “su”dur buradaki unsur. Tıpkı Sergüzeşt’teki Dilber’in Nil Nehri ile, Woolf’un Ouse Nehri ile kucaklaşması gibi; mesele, ana rahmine, oradaki güvenli bölgenin suyuna dönmektir. Erich Fromm, ilkel eğilim taşıyan kişilerin doğayı, yeryüzünü ve denizi; anne ile bağdaştırmasından bahseder. Fakat bunu “kandaşla cinsel ilişki ve narsisizm” başlıklarıyla inceler. Ben buradaki ilkel eğilimi, varoluşa bağlayarak sunmak istiyorum. Eserdeki karakterin oidipal ya da narsisizm sıkıntısı olmadığı için (bana göre) yaşadıklarını ve sonunu, varoluşunun ilkelliğine ve kendini gerçekleştirememe sıkıntısına sayıyorum. Zira kendini anneden duyduğu ütopik masallar dünyasına öyle inandırmıştır ki bir hayat kadını yüzünden hayatının altüst olacağını önceden kestiremeyecekti. Temizlik takıntısının getirdiği cinsel özlem, masallardaki sarışın, bir anlık piskozla yaşanan kişilik bölünmesi, kent hayatına yabancılaşma, ortama ve kendine yabancılaşma, yalnızlığın yıkımı, bir başkasıyla bütün olamamanın acısı, korkular ve hatıralar, isimsiz karakterimizin hüzünlü sonunu hazırlayan temeller. Daha fazla yazmaya gerek görmüyorum. Okuyan varsa/olursa, aynı keyfi alarak bunları düşünecektir diye düşünüyorum. Yazım hatası varsa affola.