Edip Cansever, 8 Ağustos 1928’de İstanbul’da doğmuştur. Yüksek Ticaret Okulu’nu bırakıp Kapalıçarşı’da bir antika dükkânı işleten Cansever, şiirleri ve şiir üzerine yazıları ile tanınmaktadır. İlk şiirlerini 1940’ların gerçekçi ve bohem kent şiiri havasında yazan şair, 1955’ten sonra kendi deyimiyle ‘akılla oynamak yani’ soyut, dengesiz, mecazlı şiirler kaleme almaya başlar. 1963’ten sonra ise mecazdan uzaklaşarak yalınlığa, maddeciliğe ve toplumculuğa doğru ilerler. Şiire dair; ‘Düşünü-şiiri’, ‘düşünce-yaşam birliği’ şeklinde adlandırdığı yargıları olup ‘Şiiri akılla okumak’ gerektiğini savunarak ‘Nicedir şiiri, soyut bir kavrammış gibi düşünemiyoruz’ der. İlimle şiirin birbirinden ayrılamayacağını düşünen Cansever, ‘Toplumun gereksinimleri (icapları) beni, makina dünyasını çözümlemeğe götürüyor. Biz, ilmin en gelişmiş çağındayız şimdi. Yeni fiziğin kuralları, eskiyi silip süpürüyor… Füzeler uçuruluyor, fotoğraflar çekiliyor onlarla… Atomlarla hidrojen bombalarının korkusu sarmış yüreğimi’ sözlerini sarf etmektedir. Şiirde mısraʿı yetersiz bulan Edip Cansever, düzyazıyı andıran üslupla şiirler yazmaktadır. Düşünce olarak materyalizmi benimseyen şair, şiirlerinde Tanrı’ya, hülyaya ve aşka yer vermez. İmgeleri katıdır, maddeye dayanmaktadır.

Şair, 1986’da ölmüştür, fazla şiirden…


Yeşil ipek gömleğinin yakası

Büyük zamana düşer.


Her şeyin fazlası zararlıdır ya,

Fazla şiirden öldü Edip Cansever.

-Cemal Süreya \ Edip Cansever

 

 

Edip Cansever’in hayatı, şiiri ve şiire dair görüşlerine yer verdikten sonra ‘Bir Çiçek Sergicisi Der Ki’ adıyla kaleme aldığı şiirini imge, simge ve metinlerarasılık kavramları ile çözümlemeye çalışacağız. Öncelikle bu terimleri inceleyelim:


İMGE: Şairin, sözcükleri nesnel gerçeklikten çıkarıp tamamen özgün ve öznelliğe büründürmesidir. İmge bir tasarım olup şairin vermek istediği çağrışımlara açıktır. İmgeler duygusallık taşıyan ve duyulara dayalı kavramlardır ve çoğunlukla görüntü ön plandadır. Ayrıca imge; semboller taşır, ifade ettikleri şey tektir, başka bir göstergeye dönüştürülemez.


SİMGE: Düşünsel yönü ön planda olup bilgiye dayalı bir kavramdır. Bir simgede çok ayrı fikirsel yönler toplanabilir, bir fikirler bütünüdür. Simgelerde, görüntüsel benzerlik değil anlamsal yönden benzerlik çıkarılabilir.

 

İki kavram arasında mukayese edecek olursak; imge duyguya dayalı bir kavram iken, simge kavramı; düşünceye dayalıdır. Simgeden anlamsal benzerlik çıkarılabilirken imgede görüntü ön plandadır. İmge, özgün ve tektir simge ise bunun aksine tek bir kişiye özgü değil yaygın bir timsal olup neyi karşıladığı bellidir.


Bu kavramlara ek olarak:


METİNLERARASILIK: Bir yazarın ya da şairin, önceki yahut başka metinleri eserinde ödünçlemesidir. Okurun başka bir metne yönelmesini sağlamak için de kullanılan bir yöntemdir. Yorumculara göre; hiçbir metin saf değildir, ilk metni aramak anlamsızdır.


Bu kavramlara değindikten sonra aşağıda yazılı olan ‘Bir Çiçek Sergicisi Der Ki’ adıyla kaleme alınmış şiiri incelemeye koyulabiliriz.

 

  


BİR ÇİÇEK SERGİCİSİ DER Kİ

Bin dokuz yüz on iki miydi, bin dokuz yüz elli iki miydi

Güneşli bir öğle miydi, çiçekler gölgesiz miydi

Ellerim kirli miydi

Neydi

Çiçeklere su mu serpiyordum, bir karanfil çok mu uzaklardan gelmişti

Bilmem ki

Benim bütün yaşamımda hep karanfiller olmuştur

Her zaman hatırlarım

Sanki bir karanfilden sürekli doğmuşumdur

Bin dokuz yüz on iki doğumlu bir karanfili

Karım göğsüme takmıştı. Şimdi ben çok yaşlıyım

Şimdi ben nedense çok yaşlıyım

Herkesi ayrı ayrı tanımam

Ruhi Bey'i İçerenköy'den tanırım

İçerenköy'ü iyi bilirim de ondan

Kaç yıl önceydi, şimdi unuttum

Babasını da tanırım

Kaç yıl önceydi, bilemem

Üryani eriği gibi gözleri vardı

Çizmeleri, kamçısı

Ruhi Bey, benden çiçek alırdı

O zamanlar sokak sokak dolaşırdım

Çiçek alanları iyi bilirdim

Ruhi Bey de çiçek alırdı

Nedense benden alırdı. Çünkü ben çiçekleri çok biçimli tutarım

Kuşkonmazları sevmem, kullanmam

Çiçeklerin aralıklarına bakarım

Sanki ben onları hep yeniden yaratırım, yontarım

Bin dokuz yüz kırk üçte biri öldü

Boynu değil, bir karanfilin sapıydı, yana düştü

Düşünce öldü

Bir ölülük sindi ellerime

Bir ölülük bana sindi

Ona sergimde her zaman bir yer ayırırım

Kimseler bilmez

Ben işte gizli gizli onu sularım

Karanlık bir karanfilliği

Yoklukta bir karanfilliği

O gün bugündür bütün çiçekler

Karanfildir benim için.


Bir günde bir demet karanfilim yandı

Bir demet karanfilin penceresi, kapısı

Nedense yandı

Önce giyinik bir ev görünümündeydi, öyleydi

Takındı kırmızılarını sonra

Süslendi

Bir boşluk edindi orda kendine

Hemen oracıkta bir boşluk

Açtı şemsiyesini ve gitti.


Ben şimdi oğlumun yanında kalırım

Onun kırmızı yapraklardan yapılmış

Bir zaman dışılığı vardır

Beni anlamaz

Anlamaz, niye anlasın

Anlaşılmak -değil mi ama- sanki kimsenin olamaz


Ben kendime bir karanfil mezarı satın aldım

Beni oraya gömecekler

Ruhi Bey cenazeme gelecek

Ama hangi Ruhi Bey

Doğrusu biraz şaşırdım

İçerenköy’deki Ruhi Bey gelmez

O sadece karanfil satın alır

Ölümü pek beğenmez

Şimdiki Ruhi Bey ölüme daha yatkındır

Yaşamaya da

Ölümle yaşam arasında bunalır bunalır

Ben bu kadarını anlarım

O gelir beni kaldırır

Bir karanfil kalabalığına artık katılır

Geçen gün gördüm

Acımayı unuttum

Sevinmeyi unuttum

Ben her şeyi artık unutuyorum

Ama o geçerken ne yalan söyleyeyim şuramda bir ağrı duydum

Ağrı da değildi belki, hani, nasıl

Gövdemi yeniden buldum

Acılar acılara eklenince ağırlaşıyor

Gövdem de ağırlaşıyor

Ruhi Beyle kocaman bir demet karanfil oluyoruz

Şu üstümdeki boşluk kadar

Bir demet

Yok artık pek konuşmuyoruz

Benim sözlerim eksildi

Onunki de eksildi

Zaten kelimeler sonludur

Öyle değil mi

Donuk donuk bakışıyoruz

Ben ölüme iyice yakın

O yaşamaktan uzak

Öyle bir gök içinde durmuş gibiyiz

Karanfiller ölürken

Karanfillerden bir deniz.


Cansever, şiire başlarken anımsayamadığı bir tarihi hatırında kaldığınca ifade ederekten o tarihe ilişkin manzaraları hayal meyal tasavvur etmektedir. İlerleyen kısımlarda kendine ilişkin genel yargıları sıralamaya başlar. Bir karanfilden sürekli doğduğunu, karısının göğsüne 1912 doğumlu bir karanfil takışını, yaşlılığını, herkesi ayrı ayrı tanımadığını, çiçek sattığını, çiçekleri tutuşunu ve çiçeklere dair detayları… 1943’te biri ölür ve bir ölülük siner ona. Boynu karanfil sapı gibi düşen bu ölüye her zaman sergisinde yer ayırmaktadır, o günden sonra, onun için bütün çiçekler karanfildir. İyi bildiği İçerenköy’den tanıdığı Ruhi Bey’i, Ruhi Bey’in babasını anlatarak devam eder. Zamanın dışında olan oğlunun yanında kalışını ve onun tarafından anlaşılmadığını, anlaşılmanın da kimsenin olamayacağını adeta bir hikâye yahut da düzyazı niteliğinde anlatır. Şiirin diğer kısmında, bir karanfil mezarı satın aldığını, oraya gömüleceğini ve cenazesine gelecek olan bir Ruhi Bey’den söz edilir. Burada asıl soru şudur ki; ‘hangi Ruhi Bey?’ İçerenköy’deki Ruhi Bey, sadece karanfil satın alan ve ölümü pek beğenmeyen Ruhi Bey’dir, cenazeye gelmez. Şimdiki Ruhi Bey ise ölüme de yaşamaya da yatkındır, ölümle yaşam arasında bunalır da bunalır, o gelir ve kaldırır cenazeyi, karanfil kalabalığına yanı kabristanlığa yahut cenazeye katılır. Ruhi Bey’i görür; acımayı unutur, sevinmeyi unutur. Zaten artık her şeyi unutuyordur. O geçerken bir ağrı duyar, ağrı da değil sanki gövdesini yeniden bulur. Çünkü acılar acılara eklenince ağırlaşır. Böylece Ruhi Bey ile kocaman bir demet karanfil olurlar. Artık pek konuşmazlar, sözleri eksilir, kelimeler de sonludur. O ölüme iyice yakınken Ruhi Bey yaşamaktan uzaktır, aynı göğün altında durmuş gibilerdir. Karanfiller ölürken…

Edip Cansever’in düzyazıya yakın bir tarzda yazmış olduğu bu şiirinde ‘Ruhi Bey’ dikkat çekmektedir. Şiirde, adeta bir roman karakteri niteliğinde karşımıza çıkan Ruhi Bey çok kimliklidir.

Ben kendime bir karanfil mezarı satın aldım

Beni oraya gömecekler

Ruhi Bey cenazeme gelecek

Ama hangi Ruhi Bey

Doğrusu biraz şaşırdım

İçerenköy’deki Ruhi Bey gelmez

O sadece karanfil satın alır

Ölümü pek beğenmez

Şimdiki Ruhi Bey ölüme daha yatkındır

Yaşamaya da

Ölümle yaşam arasında bunalır bunalır

Ben bu kadarını anlarım

O gelir beni kaldırır

Bir karanfil kalabalığına artık katılır

 

Ruhi Beyler, anlatıcı olan Ruhi Bey, İçerenköy’deki Ruhi Bey, anlatıcı Ruhi Bey’in cenazesine gelecek olan Ruhi Bey ve ‘Şimdiki Ruhi Bey’ olmak üzere dört kişi olarak şiirde yerini almaktadır. Bu dizelerde dikkat çeken diğer bir unsur ise ölüm imgesidir. Anlatıcı olan Ruhi Bey, ‘bir karanfil mezarı satın alır’. İkinci Ruhi Bey’e dair, anlatıcı olan Ruhi Bey’in cenazesine geleceği bilgisi paylaşılır. Üçüncü Ruhi Bey ise ‘sadece karanfil satın alır’. ‘Ölümü pek beğenmez.’ ‘Şimdiki Ruhi Bey’ ise ‘ölüme de yaşamaya da yatkın’dır. ‘Ölümle yaşam arasında bunalır bunalır’. Bu kişiliklerin ortak bağı da karanfil ve ölümdür. Ölümün simgesi olan karanfil imgesi, bu kişiliklerin ortak yazgılarıdır. Karanfil imgesini ölümle buluşturan şeyler ise mezar taşlarına karanfil resimlerinin çizilmesi, matem amacıyla yakaya takılan karanfil ve mezarların üzerine karanfil bırakma adetleridir diyebiliriz. İlk bakışta alakasız gibi görünen imgelerden anlıyoruz ki; Şair, çok dikkatli, ayrıntıcıdır.

Çiçeklere su mu serpiyordum, bir karanfil çok mu uzaklardan gelmişti

Bilmem ki

Benim bütün yaşamımda hep karanfiller olmuştur

Her zaman hatırlarım

Sanki bir karanfilden sürekli doğmuşumdur

Bin dokuz yüz on iki doğumlu bir karanfili

Karım göğsüme takmıştı. Şimdi ben çok yaşlıyım


Karanfil imgesini şiirde pek çok çağrışımla işleyen şair, bu sefer de okuyucunun zihninde karanfil imgesini kadın simgesine dönüştürmektedir. Uzaklardan gelen bir karanfil vardır ve Anlatıcı Ruhi Beyin’in bütün yaşamında hep karanfiller olmuştur. Doğurgan bir kadın profilinde olan bu karanfilden sürekli doğan Ruhi Bey tekrar karanfili gerçek anlamına döndürerek karısının -fakat ona yüklediği mecaz anlam olarak 1912 tarihinde doğmuş olması- göğsüne taktığı aksesuar niteliğinde anlatır.

 

Bin dokuz yüz kırk üçte biri öldü

Boynu değil, bir karanfilin sapıydı, yana düştü

Düşünce öldü

Bir ölülük sindi ellerime

Bir ölülük bana sindi

Ona sergimde her zaman bir yer ayırırım

Kimseler bilmez

Ben işte gizli gizli onu sularım

Karanlık bir karanfilliği

Yoklukta bir karanfilliği

O gün bugündür bütün çiçekler

Karanfildir benim için.



Şair, karanfil imgesiyle dile getirdiği ölümü her defasında daha da vurucu bir dille ve resme yakın manzaralarla işlemeye devam eder. Bu kez biri ölür ve o kişinin ölümüyle yani boynunun değil de bir karanfilin sapının yana düşmesiyle ölülük hali ona bulaşır. Ölen kişi artık yokluktadır, karanlıktadır ve karanfilliliğe karışmıştır. Gizli gizli onu sulayarak öldüğünden kimseye haber vermeyerek ölen kişi içinde sır gibi saklar ve büyütür. Adeta bütün çiçekler onun için o ölen karanfil halini alır. İnsanın karanlık tarafını bu denli incelikle işleyen Edip Cansever, kimselere göstermeden duygularını, yokluğunu, karanlık tarafını besler. İçinde her zaman ona bir yer ayırır gizliden gizliye…

 

Ben şimdi oğlumun yanında kalırım

Onun kırmızı yapraklardan yapılmış

Bir zaman dışılığı vardır

Beni anlamaz

Anlamaz, niye anlasın

Anlaşılmak -değil mi ama- sanki kimsenin olamaz



Şiirde birdenbire bir oğul belirir fakat bu oğul anlatıcıya ait olan zamanın dışındadır. Tıpkı karanfilin dışında bulunan ve özünü saran taç yaprakları gibi… Anlaşılmak kimseye ait değildir bu nedenle oğlu dahi olma onu anlayamaz, yanında yaşayıp gider, bir ömrü beraber harcarlar fakat Ruhi Bey onun tarafından anlaşılmaz. Değil mi ama anlaşılmak kimsenin olamaz.

 

Bir günde bir demet karanfilim yandı

Bir demet karanfilin penceresi, kapısı

Nedense yandı

Önce giyinik bir ev görünümündeydi, öyleydi

Takındı kırmızılarını sonra

Süslendi

Bir boşluk edindi orda kendine

Hemen oracıkta bir boşluk

Açtı şemsiyesini ve gitti.



Dizelerinde yer alan ‘giyinik bir ev’ imgesi yanan evi düşündüğümüz vakit önce perdesiyle kapısıyla penceresiyle boyasıyla duvarıyla her hattı ile giyinik bir ev modelinde olup yanmaya başlarken sahip olduğu bütün kıyafetlerden soyunur. Artık yok olmuştur, sadece külü kalmıştır. Orada bir boşluk edinmiştir kendisine. Şairin, ‘takındı kırmızılarını’ şeklinde kaleme aldığı imge ise alevlerin yükselip tamamen evi içine alması şeklinde tahayyül edilebilir. Öte yandan; Boş evler için çıplak denmesi hasebiyle ‘giyinik bir ev’ imgesi içinde aile yaşayan bir ev hissi vermesidir. Birden bir boşluk, bir sessizlik çöker eklere ve ‘giyinik bir ev yaşamı’ imgelerken ‘boşluk’ ise ölümü simgelemektedir.

 

Ruhi Beyle kocaman bir demet karanfil oluyoruz

Şu üstümdeki boşluk kadar

Bir demet

Yok artık pek konuşmuyoruz

Benim sözlerim eksildi

Onunki de eksildi

Zaten kelimeler sonludur

Öyle değil mi

Donuk donuk bakışıyoruz

Ben ölüme iyice yakın

O yaşamaktan uzak

Öyle bir gök içinde durmuş gibiyiz

Karanfiller ölürken

Karanfillerden bir deniz.

 

Ruhi Bey ile kocaman bir demet karanfil olurlar. Bir demetin içinde çeşitli karanfiller ama her biri farklı birer karanfil. Anlatıcı Ruhi Bey’in üstünde ne kadar boşluk varsa öyle işte… Aynı demet içinde birer karanfil olmalarına rağmen pek konuşmazlar çünkü sözleri eksilir, ölüme iyice yaklaşırlar, yaşamaktan zaten uzaktırlar… Artık onlar için son demlerdir bunlar. Donuk donuk bakışırlar. Bir gök içinde, bir karanfil demetinde… Bütün karanfiller ölür ve karanfillerden bir denize karışır. Deniz, Türk Edebiyatında sonsuzluğu, özgürlüğü, özlemi ve kavgayı imgelemektedir. Bu şiirdeki anlamıyla sonsuzluk bizi ölüme götürmektedir.

  

İmge ve simge kavramlarına göre yorumladığımız şiiri şimdi ise metinlerarasılık yöntemine göre inceleyelim.

Edip Cansever bu şiirinde sıkça kullandığı ‘karanfil’ genel adıyla ‘gül’ imgesini çeşitli şekillerde birçok şiirinde işlemiş bir şairdir. İlk şiirlerinde ‘Garip’ çizgisinde yürüyen şair, ‘Yerçekimli Karanfil’ adlı şiiri ile ‘İkinci Yeni’ çizgisine taşınmıştır. ‘Neler Almalıyım Yanıma’ adlı şiirin ikinci kısmında gül, anlamsızlığın anlamı içindedir. Tıpkı Ruhi Beyler gibi birden çok, iç içe olan güller vardır. Şiirde geçen ‘gülün güle geri verilmesi’ ise yalnızlığı anlatmaktadır. ‘Bir Ölünün Akşam Gezintisi’ adlı şiirde ise gül, erotik bir nesne olarak karşımıza çıkmaktadır. ‘Bir Gül Dönüyor Avcumda’ şiirinde ise gül, hareketli bir nesne olarak tasvir edilerek adeta şairi hipnoz etmektedir. Gül hızlandıkça bireysel yalnızlığa doğru ilerler. ‘Gül Kokuyorsun’ adlı şiirinde şair, ölüm korkusunu gül kokusu ile yatıştırma yoluna gider. Aynı şekilde ‘Petrol’ şiirinde ise hayatın geçiciliğine dair duyduğu endişeyi gül ile hafifletir. Öte yandan bir çiçek olan ve görünüşüyle gülü andıran karanfil ise Edip Cansever’in sıkça kullandığı bir imgedir. O, karanfili yaşamın merkezine koyar. Türk kültüründe önemli bir yere sahip olan karanfil; Osmanlıda kumaş işlemelerinde, çinilerde, mezar taşlarında kullanılıyorken 19. yüzyılın sonlarına doğru ise sevgi ifade etmede kullanılan bir araç haline gelmiştir. Dayanıklı yapısı ve kan kırmızı rengiyle oldukça dikkat çekici olan bu çiçek katliamların, ölümün, ayrılığın, aşkın ve sosyalist dille güzeli anlamanın hatta dava uğruna ölen kişileri sonsuzluğa uğurlarken takdim edilen karanfil siyasetin bir sembolü haline gelmiştir. Edip Cansever’in şiirinde tutunacak bir dal gibi olan karanfil Türk Edebiyatının diğer sanatçıları tarafından kimi zaman savaşın verdiği acı, üzüntü ve zorlukları temsil ederken kimi zaman da iyimser, güvenli bir manaya gelmektedir.

   

“Saksılarda hâlâ tek tük karanfil bulunursa da 

ovada güz nadasları yapıldı çoktan, 

tohum saçılıyor” 

“Nazım Hikmet”

Bursa Cezaevi'ndeyken yazılmış bu şiirde Nazım Hikmet, karanfil ile dışarıya olan özlemini aktarmaktadır.

    

 

“Gözlerin kaç gece eder 

Dudakların kaç karanfil 

Gülünce sehpalar devriliyor 

Kızgınlığın kaç yanardağı

“Attila İlhan”

Attila İlhan, karanfilin kırmızılığını sevgilinin dudaklarının yanında hiç kalacağı şeklinde bir anlatımla kaleme alırken bu şiiri adeta Divan Şiiri mazmunları gibi işlemektedir.


“Gözlerinde yıldızlar gezdirdiğin zamanlardı 

gövdenden gövdeme akan bir karanfil gecesi 

denizine geldiydim senin 

kendimi seninle değişmek için

”Birhan Keskin”

Gecenin ve karanfilin koyuluğundan yola çıkarak yazan Birhan Keskin, okuyucuya erotik bir sahneyi belli belirsiz çizmektedir.

“Yarin dudağından getirilmiş

Bir katre alevdir bu karanfil,

Gönlüm acısından bunu bildi!” 

“Ahmet Haşim”

Kıpkırmızı rengiyle dikkat çeken karanfil tıpkı Divan Şiiri mazmunları gibi sevgilinin dudağının yanında hiç kalır gibi bir ifadeyle yani rengi bakımından benzerliğe giderek aktarılmıştır.

“O kızıl bir deniz bense tenhayım

Onda umut, bende yalnızlık büyür..

Ne dünya sonsuzluk, ne ben dehayım,

İçimde sadece şairler uyur..

Bütün şiirleri söyleyen benim

Bütün çiçeklerin adı Karanfil

Her akşam bir yaprak olur kefenim Haşim,

bu bir alev damlası değil. “ 

“Nurullah Genç”

Tıpkı Edip Cansever gibi bütün çiçekler Nurullah Genç’e de karanfil olarak gelmektedir.


“Karanfil kokuyor cıgaram

Dağlarına bahar gelmiş memleketimin…”

“Ahmed Arif”

Cigarayı ölüm ile bağdaştıracak olursak şair; ölümü güzelleştirmek için bu imgeden yararlanmıştır, diyebiliriz.


“Konuşuyorsun, kanatlı bir karanfil dudakların. 

Gözlerin iki dağ suyu güldükçe köpüklenen 

İndiriyorsun kirpiğini upuzun bir güz. 

Bir kapı önündeyim, girsem suç, gitsem ayaz.”

“Şükrü Erbaş”

Karanfili sevgilinin dudağı ile ilişkilendiren şair, sevgilinin dudağının oynayışını karanfile atfettiği kuş benzetmesi ile daha da güzel bir şekilde okuyucuya sunmaktadır.


“Kulağında karanfil taşıyan halkımın oğulları 

Atlanın gidiyoruz.

Buğulu bir şafak vakti yeniden düşüyoruz yollara

Eski zamanlarda olduğu gibi

Dersimiz tarih.

Unutmayın kaldığımız yeri 

yenilmedik daha”

“Murathan Mungan”

Şair, karanfili kulak ile ilişkilendirerek kulağında kalem taşıyan, kulağında sigara taşıyan insanları aklımıza getirirken kulağında karanfil taşıyan insanlarla sanki hücuma doğru ilerlemektedir. Karanfil imgesi burada siyasi bir öğe olarak kullanılmış olabilir.

Biliyor musun az az yaşıyorsun içimde

Oysaki seninle güzel olmak var

Örneğin rakı içiyoruz, içimize bir karanfil düşüyor gibi …

Bir ağaç işliyor tıkır tıkır yanımızda

Midemdi aklımdı şu kadarcık kalıyor.

Sen o karanfile eğilimlisin, alıp sana veriyorum işte

Sen de bir başkasına veriyorsun daha güzel

O başkası yok mu bir yanındakine veriyor

Derken karanfil elden ele.

Görüyorsun ya bir sevdayı büyütüyoruz seninle

Sana değiniyorum, sana ısınıyorum, bu o değil

Bak nasıl, beyaza keser gibisine yedi renk

Birleşiyoruz sessizce.

“Yerçekimli Karanfil / Edip Cansever”

Rakı içerken içe bir karanfil düşmesi sevgili ile güzel olmanın anlamını taşır. Rakı içmeye başlandığı vakit içimize karanfil düşer yahut bir karanfil içimize düşer gibi rakı içeriz şeklinde de okunabilen şiirde karanfil ile güzellik arasındaki ilişki işlenmektedir. Sevgili ile içilen rakıyla güzel duygular canlanır yani karanfili insanın içine düşüren sevgilinin yanında olmaktır.

Şimdi bir de Edip Cansever’in şiirlerinde sıkça işlediği karakter olan Ruhi Bey’e kısaca değinmek istiyoruz.

Ben Ruhi Bey Nasılım?, Ruhi Bey Anlatıyor, Ruhi Bey ve Limonluktaki Yangın, Bir Olay: Ruhi Bey ve… başlıklı şiirlerden hareketle Ruhi Bey, çoksesli bir karakter olup Yusuf Atılgan’ın Anayurt Oteli’ne, Zebercet’e götürür bizi. İkisi de aranış, kıvranış içinde ve sallantılı, saplantılı tiplerdir. Karanlık tarafları olan Ruhi Bey; babasının sert mizacı ve ilgisizliğiyle silikleşirken üvey annesinin küçükken şiddetine, büyüyüp serpildikçe de istismarına maruz kalır. İlk cinsel deneyimini yaşadığı limonluğu ve konağı ateşe vererek büyür zengin züppelerin içinde. Evlenir fakat evlendiği kadın dahil olmak üzere önceki kadın ilişkileri de kötü geçen Ruhi Bey, karısının genç bir arkadaşı tarafından dövülür. Kentsoylu ve bohem biri olsa da otellerde kalmaya başlar, arzuları nedeniyle genelevlere gider, acı çeker ve çektirir. Ruhi Bey içer, son günleri ölüm saplantıyla geçer. Artık ‘Nasılım?’ sorusuna verecek bir cevabı yoktur. O, tutunamayanların devridir.


    

SONUÇ

Bir Çiçek Sergicisi Der Ki adlı şiirden hareketle incelemeye çalıştığımız Edip Cansever ve şiirleri, şiire dair görüşleri çerçevesinde imge, simge ve metinlerarasılığa ilişkin unsurları değerlendirdik. Edip Cansever, şiire akıl oyunu gözüyle bakan ve şiirlerini bu incelikle işlemiş olan şairimizdir. O, şiirlerinde yarattığı çoksesli karakteriyle ve çiçek imgesi nazarında karanfili kullanarak şiire akıllı bir soluk getirmiştir.





 

KAYNAKÇA

Yard. Doç. Dr. Geçgel, Hulusi. ‘Bir Görüntü (İmgeler) Sanatı Olarak Şiir’. Hayal Dergisi, Sayı 21, Nisan-Mayıs-Haziran 2007.

Tanyeri, Kaan. ‘İmge ve Simgenin Genel Görünümü’. Kasaba'dan Esinti dergisi, 8. sayı, Sonbahar 2015.

Orhanoğlu, Hayrettin. ‘Sanat Eserinde İmgecilik ve Edip Cansever’in Şiirinde Gerçeküstü İmgeler’ (Erzurum: Atatürk Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Türk Dili ve Edebiyatı Eğitimi Anabilim Dalı, Yeni Türk Edebiyatı Eğitimi Bilim Dalı, Doktora Tezi, 2010).

Fai̇z Büyükçam, Serap, Zorlu, Tülay. ‘Metinlerarasılık ve Mimarlık’. Art-Sanat Dergisi / 9 (Aralık 2018): 479-493.

GÖNÜL, Gizem Ece. (2018). Sevgi, Aşk, Karanfil, Rakı ve Diğerleri: “Yerçekimli Karanfil” Çözümlemesinden Varoluş Sözlüğüne. Uluslararası Türkçe Edebiyat Kültür Eğitim Dergisi, 7(2), 1004-1030.

Çetin, Melek. ‘Cumhuriyet Dönemi Türk Şiirinde Gül İmgesi’ (İstanbul: Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Türk Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalı, Yeni Türk Edebiyatı Eğitimi Bilim Dalı, Yüksek Lisans Tezi, 2013).

Erkol, Çimen Günay. ‘Edebiyatımızda Deniz ve İçimizin Sönmeyen Yangını’. Özyeğin Üniversitesi.

Kabaklı, Ahmet. ‘Türk Edebiyatı’. IV cilt. İstanbul: Türk Edebiyatı Vakfı Yayınları, 11. basım, 2002, (543-546).

Emre, Ali. ‘Şiirdeki Hikâye: Edip Cansever’in Ruhi Bey’i’. GZT, Post Öykü, Eylül 2020.


Cansever, Edip. ‘Şairin Seyir Defteri, Bütün Şiirleri III’. İstanbul: Adam Yayınları, II. Basım, Kasım 1990.