I
yok bir şey, yani bir ölüm sonrası bu, bitecek gibi değil
yıllardır sezilen bir çocuk ağlamasında
anısız, başıboş, dağılgan bir tabanca sesinde belki
belki de bir orman mı bu, tanımsız çiçekler açan orada
ve sanki tuhaftır da sayısız kuşları beklettiği
diyelim bir süre kendini dinlemek, diyelim bir süre boşluk
yani upuzun kumlar, kumlarda ayak izleri, bir başka deyimle yorgunluk
ya da bir atın çalınma hikayesi; gün günden büyüyen odalarda
bir çadır, bir gül, bir panayır bayrağı, bir adam
dargın bir adam; iğneler, pullar, ve kadınlar biriktiren kafasında
sonra lavanta kokuları, sonra eskimiş ayva lekeleri - sonra
içimde bir çayır sevinci, olmayan kuşlarıyla bir çayır
belirsiz, uzak, daha söylenmemiş bir şarkı tutarında
belki de bir azizin bir tavşana ustaca gülmesi, iyi
belki de bir org, bir çalar saat, ya da bir çocuğun
şaşırmış, durgun, ve tuhaftır ölüvermesi
sonra bir süre kendini dinlemek, gene bir boşluk
ya da bir başka deyimle “hiçbir şey olamayan”a yolculuk.
derken o; bir kül yığını, kuş pislikleri, cami avluları sonra
bir ağaç erik ağacı, bir kadın az uyanık korkulu
bahçeler, birazdan sabah kahvaltıları, elbette havuzlar
havuzlar mı diyorum, bir kız çocuğu her zaman olurdu
olurdu gök ayaklı bir gök, kedi ayaklı bir kedi
bir kedi - bunu anlıyorum- yok edilmez bir zaman parçası gibi
bir kitap; bir nehir balığı işte, ve sebepsiz aslan avları
üstelik çok sevilen - sizi bilmiyorum -kelebek koleksiyonları
sonra da biz - bunu hep söylüyorum- herkes kendi ellerinin işlerine tutuldu
herkes biraz olsun katlandı acılarına
acılar; sabah akşam, ve şaraplarının çoğaldığından fazla
sanki bir keman tamircisi sessizliği buldu
kim ne derse desin biri kendini vurdu bir akarsu başında
ve düşündük, sebep ne? - sebep şu:
sadece, ama sadece bir akarsu…
gene bir örtü düzeltildi, gene bir bardak düze kondu
bir ölüm unutuldu, bir yas, bir karabasan düzeltildi
diyelim sahici bir kuş geçti uzaklarımızdan
bir kadın bir yere sapladı çok yorgun bir iğneyi
kuşuyla gökleriyle eski bir zaman yarattı iğne
bir heykel kendini oldu, bir eski yazıt kendine gitti
ayrıca bir gül koktu, duyuldu şekil gibi…
sonra bir süre kendimiz olduk, gene bir süre boşluk
ya da bir başka soruyla “hiçbir şey olmayan” a yolculuk
tükendi şimdiki bir el, tükendi şimdiki ağız, yavaşça tükendi her biri
bir yatak, bir koltuk üstü; yani bir yerlere koyduk ellerimizi
baktık kimseler bunu böyle yaptığını bilemez
gittik bir testi su aldık, günlerce durdurduk içtiğimizi
anladık - neyi anladık sanki?- yenilip yenilip yenilip
bir yere dokunmakla boşluğu yendiğimizi
sonra da resimler olduk, çaresiz resimler olduk kendimize
şurada saçlarımız oldu, ağzımız, bir kocaman gülmemiz oldu şuralarda
kimimiz bir dilim ekmek yedi o şimdi adını bilmediğimiz şeylerde
oturduk kaldık öyle, konuştuk kaldık öyle, seviştik kaldık
diyelim bir yer kapladık bir sevgi ya da bir konuşma büyüklüğünde
yünümüzü serdik, aşımızı kardık, bitirdik işlerimizi
biz bitirdik diyoruz-bitirin işlerinizi, bitirin işlerinizi!
önce bir yere gittik, sonra o yerden döndük, çoğalttık kendimizi
- bitirin işlerinizi, bitirin işlerinizi!
yayımızı gerdik, kuşumuzu vurduk, kararttık göklerimizi
- bitirin işlerinizi, bitirin işlerinizi!
sen, tanrı! Bizi kendinden attın, o sebepsiz kendimizi
- bitirin işlerinizi, bitirin işlerinizi!
ne yapsak çaresizdi, ne yapsak yoktu bittiği
kapayın gözlerinizi, kapayın gözlerinizi!
kapadık - iyi mi yaptık? - demek bu bakışlar en güzeli
evet, bu bakışlar en güzeli
bir yere gitmek değil, bir yerden dönmek değil
gitmekle dönmek en güzeli
başımızı eğdik, kapımızı ittik, bitirdik işlerimizi
biz bitirdik diyoruz - bitirin işlerinizi, bitirin işlerinizi!..
II
gün olsun, yel bulansın, bir dişi tay kendini bilsin
bir nehir akmaya bırakılsın, bir şehir konuşulmaya
sanki bir çocuk ağlatılsın, bir kaba yüz unutulsun, unutulsun!
bir yüz ki yıllarca eski; güneşler, çardaklar, han kapılarında
diyelim belki de orda; evlerde, evlerin en tenha odalarında
sevilmiş kadınlarda toy, büyümüş av hayvanları gibi böcekli duvarlarda
durmuş ağır hastalarda biraz, nasıl ki bir su durur ipince bardaklarda
tıkanmış bir yürekte, devinmez bir ayakta işitmez bir kulakta
nasıl ki durur insan, durmuşlar öyle kararsız, ölgün sorularla
ur yaşar, ayak sertleşir, oysa sinekler gezinir yaralarda
ve sonra yer kalırsa, ve belki yer kalırsa
bir yüz belirir kendiliğinden, bir bakış koşulur yoz karanlıklara
geçerler belki de sonra, geçerler som gümüşlere, ipekli yakalara
- yerleşir kalır orda, yerleşir kalır orda, yerleşir kalır -
belki de yüzler vardır güçlenir tanrılarla
sular mı kaynar ocakta, dışarıda kapı mı vurulur, yok mudur kimseler açınca?
demek ki yüzler vardır; beslenir, beslenir tanrılarla.
soralım - kime soralım? - çünkü biz sormakla varız bir bakıma
soralım, hani bir akşam üstü, gölgeler olsun camlarda
evlerde gölgeler olsun, dışarda, köşe başlarında gölgeler
gölgeler - bunu ben istiyorum - kimseler olmayan bir kalabalıkta
sorsam ya, “biri mi öldü? "orda ne var?” “birden mi kopacak fırtına?”
ya da kim ölmedi işte, orda ne yok? bir sorsam
bunu hep söyleyerek bir şehvete varırım bazen
- yüzünüz solgun.. kimbilir nerde..biraz anlatın!
- bilirim, karınız öldü - ama ne çıkar - biraz anlatsanıza
biriyse bir şey yazsa, ben gizlice okusam, okusam
kapasam gözlerimi, ki ne varsa onu denesem orada
bir şeyler olacak ya - bunu hep biliyoruz - bir şeyler, bir şeyler
ama biz - niye saklayalım - sormakla varız bir bakıma.
gün olsun, yel bulansın, bir dişi tay kendini bilsin
bir kadın sevmeye bırakılsın, bir şehir geçmeye ellerimizden
şehirler, her yerde biraz onlar, yeni çıkmış mühürlerden
kokular mühür kokuları, renkler ki durmadan bir laciverde akan
ve adamlar akan gemi kıçlarında, tuğla harmanlarında adamlar
size sesleniyorum, o eski kırmızı! isa'dan beri öyle kırgın
ve kırgın o adamlar kapkalın parmaklarında bir ölüm tanrısının
tanrılar!.. bazan da onlar, yani çok bulunan evlerimizde
bir bakır tel içinde, bir camın en kesilen yerinde tanrılar
tanrılar..belki de bir kadının bir erkeğe boş verdiği yerde
belki de duydum diyebilmek, sadece “duydum, duydum!”
belki de sen; o eski kırmızı, isa'dan beri öyle yorgun
ve yorgun o adamlar - bunu anlıyorum - ben sahi biraz da anlıyorum
kaçsınlar diyorum - kaçmazlar - ölsünler diyorum - ölemezler -
susarlar, acıkırlar, bir başka ölümle tükenirler.
tabaklar yıkanırlar, sersefil resimler asılırlar aynalara
-bir kadın elinde bir demet gül, sevdalı bir yazıyla bin dokuz yüz beş
bir şehir bandosu bin dokuz yüz beş, bir domino oyuncusu bin dokuz yüz beş-
yani şu resimler yok mu, her yerde biraz bulunurlar
kapılar açılırlar, kadınlar gülüşürler aralarında
bazan da bir şey olur, bir düzen gelişir olacaklarda
bir sedir, bir ev, kırmızı bir terlik gelişir
bazan da bir şey olmaz, ilerde bir çıkrık boşalır
uyuyup kalmışızdır, ne zaman geçmiştir ne düşünce
bir böcek gitmemiştir, bir çocuk susmamıştır, bir yağmur dinmemiştir
uyanıp görmüşüzdür, ki ne varsa uykudan önce
üstelik korkunçtur bu, her şey birdenbire hızlanır
bir kadın - birdenbire - yıllarca uzakta gizlenir
bir bakış, bir konuşma, elbette çekinirsiniz
sığınıp bembeyaz gemilere, peygamber ateşlerine
yalnızım!. büyütür bir din gibi, kirlenirsiniz..
yaşayıp kurdunuz ya, ne zaman geçmiştir ne düşünce
madem ki biraz öyle - odanızda kadınlar - şöyle bir sekersiniz
şöyle bir sekersiniz, bir yere takılmış gibi ayağınız
ama bir oyun mu bu? yok, hayır, oyun denemez buna
yani çok isterdiniz; bir tiyatro, kıral şey..çok isterdiniz
düşlerin yardımıyla bir başka kılıkta:
“çok asil halkımızın…değmezdi…bu haberle yüreğimi parçalayıp…
düşmanlar…onları bu kötü ruhlarından kurtarıp…hepsini
birden feda etmeye - ben tanrı değilim, şarap… demek
tacıma göz diktiniz…”
olurdu işte, şöyle bir sekerdiniz, olurdu
kılıktan kılığa, ölümden ölüme, bir göl önünde susuzluğa
olurdu sekerdiniz - çok asil kardeşimiz - bunu yapardınız
oysa bir suyu dişlemek gibi şekilsiz, anlamsız, ve karanlıktır dünya.
evet, bazan da bir şey olur, bir örümcek yere sallanır
bir büyük hayvan suya eğilir korkularıyla
bir silah patladı sonra - diyelim patladı - yere yıkılır hayvan
kuşatır ormanı, kuşatır onları, kuşatır herşeyi biraz
o kadar kuşatır ki, eh! sonunda hiçbir şey olmaz.
sonra hiçbir şey olmaz,sonra hiçbir şey olmaz!
salt bu yüzden olacak bir köpek sürünür ayaklarıma
bir köpek, doğrusu şu: acıtmak gerekir bir yanını
- ne kadar?
- bilmem ne kadar
sanırım bir köpeklik, bir köpeğe yetecekleyin acı
böylece bir şey yapmak; şu, ya da bu şekilde çaresi yok
hadi kalk! - bunu kendime söylüyorum - bir şeyler yapmalıyım kendimce
örneğin bir şeye benzeyelim, yapılan bir şeye, ne çıkar bundan
kesilen bir dala benzeyelim, açılan bir pencereye
yağmura benzeyelim mi yağmura? - bekle biraz - güneş açsın güneşe
benzeyelim mi ?
sonra da bir kahveye girelim, benzeyelim mi bir oyun sonrasına ?
masalar: çekilelim, kağıtlar: atılalım, gazozlar: içelim
evlere benzeyelim evlere: ateş uçlarına biraz, susamış kalmış bir örümceğe
sonra bir kadına geçelim - bir kadın - ve onun kocaman bir erkeğe gidişine.
sonra bir dergi alalım, ya da bir gazete; salt küçük harfleri için
bir adam kendini astı! - benziyoruz zaten - biz ne kadar benziyoruz kendimize
ya da bir shakespeare ağzıyla: işte halk! işte ölüm!
ölüler taç giyiyor - benzeyelim mi - ölüler taç giyiyormuş çağımızda
morglara gidelim morglara - eğer istersen - ağır hastalara gidelim
birini vuralım istersen- ne çıkar - bir kıral, ya da bir burjuva ağzında
bu düzen, yani hiçbir şey, evet haykıralım
yani bir suçumuz olsun, biraz da böyle olsun, sığınmış oluruz suçlara
ya da bir gemi olalım - en puslu havalarda - günlerce kaybolmak için
diyelim bir güneş açsın sonra - ne güzel! - yeniden varmak için kıyıya
biraz da sevişmeyelim, çünkü durmadan seviştik, yani ne anladık
kim ne anladı sanki ? seviştik bitti o kadar
ne bitti ? döndük, içimize katlandık, her şey biraz daha anlaşılmaz oldu
ya ne yapalım şimdi ?
- hiçbir şey!
- öyle ise alışın!
- alıştık.
sanki bir alandayız, şunlar da uçaklar, her kalkmada bir boşluk
belki de bir şey ki bu, örneğin bir deniz ortası, ilk olarak kalabalık
bunlar da insan diyoruz - susalım, susalım! - elbette tanıdık
üstelik sormayalım, n'olursun sormayalım - bunu ben kendime söylüyorum
ne desem kendime söylüyorum: insanın tarihi yalnızlık..
Edip Cansever
(Dost, C. VI, S. 30 Mart 1960, s. 15-19)