Derdini kimsenin bilmediği zamanlarda kendini her şeyden soyutlayan bir kız, bir gün düşünmeden dışarı çıkmış. Başına da hisleri gibi simsiyah bir şal dolamış evden ayrılmadan önce. Deniz kenarına götürüvermiş onu ayakları. Güneş en kızgın ışınlarıyla etrafı kavururken kayaların ateş gibi olduğunun farkındaymış elbette.


İçinde gizlediği, dışarı suratsızlık olarak vurduğu tüm burukluğunu suya bırakmak, hepsinden kurtulmak istemiş.


Dikkatlice yürüyüp gölge bir kayaya oturmuş. Siyah çantasını ve sandaletlerini çıkarmış, kenara koymuş.


Güneşten de nefret edermiş aslen. Bu saatlerde dışarıda olmak hiç onun adeti değilmiş. Hep serinlik, hep karanlık istermiş. Tek sevdiği parlak şey aymış. Onun da yüzünü göresi yokmuş artık.


Bir süre kulaklığından gelen müziği bastıran yelin sesini dinlemiş. Ardından alırken batan nefesini yavaşça bırakmış ve ayaklarını dört kayanın arasında kalan suya daldırmış. Ege'nin serinliğiyle hafifleyeceğini umduysa da kırgın kalbini zamandan başka hiçbir şeyin onaramayacağını anlamış.


Ne yalnızlığın ne de kalabalığın ta içinde olmak, ne umursanmamak ne ilginin odağı olmak, ne müzik dinlemek ne gitar çalmak, ne denize girmek ne güneşten kaçmak... Hiçbir şeyin rahatlatmayacağını biliyormuş onu ama olduğu yerde saymak da hoşuna gitmiyormuş. Sabırsızmış ama yorgunmuş da, bir an önce toparlanmak istiyormuş.


Düşünmek de ağır geliyormuş, koyvermek de. Derin derin nefesler çekmek istiyormuş fakat ciğerleri almıyormuş. İçinde bulunduğu her saniye batıyormuş başına iğneler gibi. Ne başını kaçıracak gücü varmış iğnelerden ne de onları teker teker çıkaracak hâli.


Derin nefes vererek sandaletlerini ayağına geçirmiş, çantasını koluna. Geldiği yöne doğru ilerlemiş. Kulaklığında çalan şarkıya kulak vermeden yürümüş, yürümüş.


Güneş biraz daha yükselmiş sonra alçalmış. Deniz ısınmaya, dalgaları yükselmeye sonra durulmaya yüz tutmuş. Yıldızlar parlayıp sönmüş ve ay kilo alıp vermiş. Görünmez olunca da kız Ege'den göçmüş.


Hayatının yeni dönemine hazır olmasa da başlamış, öz saygısını yeniden kazanmış ve sorumluluklarıyla ilgilenmiş. Yaptığı şeylerle o kadar meşgul olmuş ki derdini yüzünde göstermeye vakti kalmamış.


Yeniden iştahla yemek yemeye ve konuşmaya başlamış. Fikirlerini anlatmış, hayallerini süslemiş, yazılar yazmış, kuru yaprakları eze eze yürümüş her gün arşınladığı yollarda, ruhunu arındırmış tüm olumsuzluklardan. Şükretmiş, gülümsemiş, hediyeler vermiş sevdiklerine ve üzerindeki yükten kurtulmuş.


Ta ki derdi veren kişinin sesini duyana kadar...